Üslûp meselesi

Üslûp meselesi

Eskiden üslûp diye bir şey vardı. Hatır gönül vardı. "Adabımuaşeret" vardı. Hiç unutmam, lisede (Adana) okurken öğretmenimiz "adabımuaşeret" kurallarıyla ilgili bir ödev vermişti. İl Halk Kütüphanesine gitmiş, ilgili ansiklopedinin o sayfasının yırtılmış olduğunu görünce görevliye durumu anlatmıştım. O da bana "Maalesef, ansiklopedinin o maddesini yırtmışlar, ancak salonda asılı panoda o kurallar yazılı, oradan yazabilirsin" demiş, ben de sandalyenin üzerine çıkarak, maddeler halinde sıralanan söz konusu kuralları panodan defterime kaydetmiştim. Şimdi her şey elimizin altında ama gören, bilen, uyan yok. En tepedeki devlet yöneticilerinin ağzından "adabımuaşeret" dışı öyle kelimeler duyuyoruz ki ben burada onları zikretmekten teeddüp ederim.

Bizim kadim kültürümüzde "Üslûp insanın tâ kendisidir.", "Yanlış üslûp doğru sözün celladıdır.", "İnsanları ayıran fikir ayrılıkları değil, üslûp ayrılıklarıdır.", "İnsanın karakteri kullandığı üslûptan belli olur." gibi nice güzel sözler vardı. Bunlar unutulduğu için toplumda üslûp endişesi kalmadı.

Siyasi parti liderlerinin grup toplantılarında yaptıkları konuşmalarda yahut parti temsilcilerinin demeçlerinde yer verdikleri tahkir edici kelimeleri nereden buluyorlar şaşıyorum. Yoksa bizim bilmediğimiz bir "hakaret sözlüğü" mü var? Yahut hazır "Cuma ve bayram mesajları"nın yer aldığı siteler gibi hazır "hakaret sözleri"nin bulunduğu siteler mi var bir türlü çözemedim.

Bir zamanlar "kompozisyon" derslerinde öğretmenlerimiz bize konuşurken, yazarken "kelime seçimi"nin (intihâb-ı kelimât) önemini anlatırlar ve kullandığımız kelimelerin bizim kimliğimizi ifade ettiğini söylerlerdi. Bizler de argo tabirlerden, nahoş kelimelerden uzak durmaya ihtimam gösterirdik. Şimdi okullarda böyle bir uygulama var mı bilmem?

Tarih boyunca "nasihatname" ve "siyasetname" kitaplarımızda üslûbun önemi hep anlatılagelmiştir. Mercimek Ahmet''in Sultan II. Murat (ö. 1451) adına tercüme ettiği ahlâk ve siyaset kitabı "Kâbûsnâme"de şöyle bir hikâye anlatılır:

Beşinci Abbasi Halifesi Harun Reşit (764-809) rüyasında bütün dişlerinin dökülmüş olduğunu görür. Ve bir tabirci çağırarak rüyasını tabir etmesini ister. Adam der ki:

 "Efendim, ömrünüz uzun olsun, bütün yakınlarınız sizden önce ölecekler."

Bu tabir Halife''nin hoşuna gitmez ve adama yüz sopa vurulmasını emreder.

Bir başka rüya tabircisi çağırırlar. Halife rüyasını anlatır. Bu kişi de rüyayı şöyle yorumlar:

"Efendim, siz bütün yakınlarınızdan çok yaşayacaksınız. Ömrünüz onların ömründen uzun olacak."

Bu yorumu beğenen Halife, ilgili kişiye yüz altın verilmesini söyler.

Dikkat ederseniz her iki yorumcu da aynı şeyi söylüyor. Ama üslûp farklı. Hoş olmayan bir üslûpla durumu anlatan yüz sopa yerken uygun bir üslûpla meseleyi anlatan kişi yüz altınla ödüllendiriliyor. İşte üslûbun önemi…

Sohbet ederken veya kalabalıklara hitap ederken bağırarak konuşmak da yine "adabımuaşeret"e uymaz. Bu noktada rahmetli Mehmet Çınarlı''nın (ö. 1999) Makedonya''da düzenlenen bir "şiir festivali"nde şahit olduğu komik, komik olduğu kadar da düşündürücü bir olayı kendi ifadeleriyle aktarmak istiyorum:

"…Toplantının sonuna doğru kürsüye gelen uzun siyah sakallı bir şair, öfkeli ve kızgın bir tavırla, yumruklarını sıka sıka bağırıp çağırmaya başladı. Anlaşılan ateşli bir ihtilâl şiiri okuyordu, birtakım kimselere tehditler savuruyordu. Tam o sırada, sahibinin kucağından fırlayıp ortaya çıkan minik bir köpek, şairin karşısına geçip aynı tonda havlamaya başladı. Bu komik manzara karşısında kimse kendini tutamadı. Neye uğradığını anlayamayan şair de, okumasına bir süre ara verip gülüşmelerin bitmesini bekledi. Yeniden şiir okumaya başladığı zaman, ses tonunu oldukça azaltmış, hareketlerini tabiiye yaklaştırmıştı."

Bütün bunlar sosyal hayatta üslûbun yerini ve önemini gösteren gerçeklerdir. Heyhat ki toplumumuz, kızmadan öfkelenmeden, bağırmadan çağırmadan gerçekleri anlatanlara değil, ortalığı velveleye veren, avazı çıktığı kadar bağıranlara itibar ediyor. Tıpkı camide en çok bağıran, yumruğunu kürsüye en sert vuran hocanın -ne dediğine bakılmadan- en bilgili ve en muteber hoca olarak kabul edilmesi gibi…

ACZİMİN GİRYESİ:

Üslûp

Üslûbun bir aynadır, bak sen kendin varsın orada,

Bakmazsan  kaybolur  özün, ya orada, ya burada.

                                                      (Li-müellifihi)

Yazarın Diğer Yazıları