Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Armağan KULOĞLU

Armağan KULOĞLU

Vekalet savaşları ve Kızıldeniz sorunu

Irak, Suriye, Ürdün, Lübnan ve Yemen’de, İran’ın destek verdiği, başlıcaları Hamas, Hizbullah, Husiler, Haşdi-Şabi ve diğer Şii İran milis kuvvetleri olan benzeri örgütlerle, ayrıca İran resmî örgütü olan İran Devrim Muhafızları Ordusu kuvvetlerinin, İsrail ve onun destekçisi olan ABD arasındaki vekalet savaşları, düşük yoğunluklu bir şekilde devam ederken, Gazze olayıyla hız kazanmıştır.

Özellikle ABD’nin Irak’taki üssüne yapılan saldırıda ABD askerlerinin ölmesi ve yaralanmasından sonra ABD’nin karşılık vermek için uygun yer ve zaman kollayarak yaptığı saldırılar, gerilimi daha da tırmandırmış ve saldırıların karşılıklı olarak daha da artmasına sebep olmuştur.

İsrail, savaşın genişlemesini istiyor

İsrail, Hamas’la çatışma sürecinde İran destekli milis kuvvetlerinin, İsrail’in gücünü diğer bölgelere kaydırarak Gazze’de sıklet merkezi oluşturmasını engellemeye çalıştığını görmektedir. Bu gerekçeyi de ileri sürerek, hem milis güçleri etkisinin ortadan kaldırılması, hem de kendisi ve bölge için tehdit olan İran’a karşı ABD ve müttefikleriyle birlikte güçlü bir saldırıya geçilmesi için çaba sarf etmekte, savaşın yaygınlaşması sağlayarak üzerindeki baskıyı azaltmaya çalışmaktadır.

Ayrıca Netanyahu’nun da bireysel olarak, savaşın katliama dönüşmesinden ve İsrail vatandaşlarının tepkilerinden dolayı zor durumda olduğu bilinmektedir. İktidardan düşmesi halinde tepki ve suçlamaların daha da artacağını, yargılanacağını ve bunun da ağır mahkûmiyetle sonuçlanacağını bildiği için, savaşın boyutlarının artmasını ve yaygınlaşmasını arzu ettiği anlaşılmaktadır.

ABD’nin, Gazze savaşının başından beri, savaşın yayılmasını önlemek için bölgeye güç yığdığı ve savaşın mevzi kalmasına dikkat ettiği, ancak İsrail’in katliama varan saldırılarına da tam destek verdiği görülmektedir.

İran’ın da bir taraftan İsrail’in dikkat ve gücünün Gazze’de yoğunlaşmasını önlemeye çalışırken, diğer taraftan da bölgedeki varlığını devam ettirmeye ve tahkim etmeye gayret ettiği, ancak fazla ileriye gitmek de istemediği anlaşılmaktadır.

Bu karşılıklı olarak devam eden saldırıların geniş bir sahada gerçekleşmesi, savaşın boyutlarının artması ve yayılması tehlikesi yaratsa da, tarafların kontrollü davranarak şimdilik bunu genel bir savaşa dönüştürme niyetinde olmadığı düşünülmektedir.

ABD ve İran arasındaki bu kontrollü davranışın daha ne kadar devam edebileceği bilinmemektedir. Gerek İsrail’in kışkırtmaları, gerekse ABD’deki şahinlerin, İran’ın İsrail ve bölge için tehdit olduğu düşüncesi, bu çatışmaların her an için kontrolden çıkmasına sebep olabileceği de düşünülmelidir.

Hizbullah ve Husilerin hedefi

Hizbullah’ın Orta Doğu’da birçok bölgede etkili olduğu bilinmektedir. Ancak Lübnan’daki etkisi hepsinden fazladır. Özellikle Lübnan güneyinde, adeta özerk bir yapı oluşturmuşlardır. Gazze savaşının başlangıcından itibaren, sınır bölgesinde İsrail’e karşı taciz ve saldırılarını arttırmış ve İsrail’i bu bölgeye ilave güç tahsisine mecbur bırakarak, Gazze üzerindeki baskısını hafifletmeye çalışmıştır.

Hizbullah’ın bu bölgede amacına ulaştığı söylenebilir. Ancak her iki tarafın çatışmanın boyutlarını belirli bir noktadan daha ileriye götürmemeye özen gösterdiği de söylenebilir.

Yemen güneyinde bulunan Husiler de, Kızıldeniz’den İsrail’e malzeme taşıyan ülke gemilerine ve İsrail’e destek veren ülkelerin Süveyş kanalı üzerinden kendi ülkelerine malzeme taşıyan gemilerine saldırılar düzenleyerek bu taşımalara engel olmaya çalışmaktadırlar. Amacın, Gazze’ye destek olduğu anlaşılmaktadır.

Ayrıca bulundukları bölgeden, uzun menzilli roketlerle de İsrail’i taciz ettikleri de görülmektedir.

Buna karşılık ABD ve İngiltere uçakları da, Yemen’deki Husi hedeflerine karşı saldırılar düzenlemekte ve bölgede çatışmalar devam etmektedir.

Son zamanlarda Husilerin Rusya ve Çin gemilerine karşı herhangi bir saldırıda bulunmayacaklarını açıklamaları ve bunu sağlamaları, bu ülkelerin özellikle ticari açıdan rahatlamalarına sebep olmuştur.

Türkiye’nin karşılıklı olarak devam eden bu saldırılar karşısında, savaşın yayılmasının kendisi için de olumsuzluklar yaratacağını dikkate alarak, taraflara itidal tavsiye eden ve ateşkesin sağlanması, barış ortamının tesis edilmesi ve kendisinin de savunduğu şekilde bir Filistin Devletinin kurularak soruna en uygun çözümün bulunması için gayret gösterdiği ve göstereceği anlaşılmaktadır. Ancak diplomatik girişimlerinde, her olasılığı hesaba katması ve kendisine sorun yaratmayacak şekilde hareket etmesi son derece önemlidir.

Kızıldeniz’deki durum

Türkiye için fırsat mı?

Husilerin eylemleri, çok sayıda gemicilik şirketinin Kızıldeniz’deki seferlerini durdurma kararı almasına sebep olmuş, ABD de, küresel deniz ticareti güvenliğinin tehlikeye girdiği gerekçesiyle bir grup ülkeyle birlikte Husilere karşı “Refah Muhafızı Operasyonu” adında çok uluslu Deniz Görev Gücü oluşturmuş, BM Güvenlik Konseyi de Husilerin Kızıldeniz’deki saldırılarının sonlandırılmasını içeren kararı kabul etmiştir.

Bilindiği üzere küresel ticaretin yaklaşık %12’si, Akdeniz’i Kızıldeniz’e bağlayan ve Avrupa’yla Asya arasındaki en kısa rotayı oluşturan Süveyş Kanalı üzerinden yapılmaktadır. Ancak karşılıklı gerçekleştirilen eylemler, Kızıldeniz’deki seyrüseferi güvensiz hâle getirmiştir.

Bu durum Avrupa-Asya arasındaki ticaret için alternatif rota ihtiyacını ortaya çıkarmış olup, bu rotalardan biri Afrika’nın güneyi Ümit Burnu’ndan dolaşan deniz yolu, diğeri de Avrupa-Asya arasında Türkiye üzerinden geçen kara yoludur.

Ümit Burnu’ndan dolaşan deniz yolu mesafe olarak uzun olduğundan hem ilave maliyet getirmekte, hem de ulaşım zamanını uzatmaktadır. Türkiye üzerinden geçen kara yolu ise, kara ulaşımının maliyeti deniz yoluna nazaran fazla da olsa, kısa olmasından dolayı maliyet avantajı yaratabilmekte, üstelik zaman açısından çok daha elverişli olmaktadır. Bu nedenle Türkiye’den geçen kara yolunun tercih edilmesi beklenmektedir.

Diğer taraftan ticaretin, Türkiye’de üretilebilen mallar üzerinden doğrudan Türkiye’den yapılması da, hem Avrupa, hem de Asya ülkeleri için daha avantajlı olabilecektir. Bu da Türkiye’nin ihracatının artması demektir.

Bu gelişmeler karşısında, Türkiye’nin transit yol olarak kullanılması ve ticaretin doğrudan Türkiye’yle yapılabilmesi mümkün görülmektedir.

Bu konunun geçici bir dönem için geçerli olacağı düşünülse de, özellikle bu dönemde ticarette gösterilecek başarı ve ilgili ülkelerin memnuniyeti, bu ticari ilişkinin önümüzdeki dönemde de devam etmesini sağlayabilecek bir fırsat olarak görülmeli, bu fırsatı değerlendirecek tedbirlerin alınması için gerekli hazırlık ve girişimlerde bulunmalıdır.

Yazarın Diğer Yazıları