Atatürk'e kalleşce saldırmanın dayanılmaz alçaklığı...

Mustafa Kemal Atatürk’e doğrudan saldıramayanlar zaman ve zemin müsait oldukça ve bizler, -O’nun  zamanında yaşamış olanlar- ortadan çekildikçe,  pervasızlıklarını artıracaklar ve de arttırmaktalar! 

İnternet sitelerinde, öteden beri Mustafa Kemal hakkında en süfli rivayetler dolaştırılır, ancak bunlar o kadar ipe sapa gelmez dedikodular ki, pek itibar görmedi. Şimdi yeni bir   yöntem başladı. Mustafa Kemal hakkında, zamanın yerli ve yabancı gazetelerinden alıntılarla, şüpheler uyandırmak!  Mesela son günlerde bir köşe yazarı zamanın ünlü gazetecisi  Ward Price’un bir yazısına atfen, Mustafa Kemal’in, Mütarekede güya İngilizlerden, Anadolu Genel Valiliğini istemiş olduğunu yazıyor. Amaç belli; sözde kaynak göstererek Atatürk hakkında kuşkular uyandırmak!  Bu iddiaya çocuklar güler, ama çamurun izleri kalır, hele zaman geçtikçe, yol olur! 
Fakat Atatürk’e arkadan, kalleşçe saldırmanın yeni örneklerini, bütün meziyeti, tarihin çöp sepetlerini eşeleyip  yarım yamalak bilgilerle sağa sola laf atmak olan bir köşe yazarı -Engin Ardıç- 10 ve 12 Kasım yazılarında sergilemiş! Adam, Atatürk’e açıkça saldırmak sıkmadığı için,  “suret-i haktan” görünerek, güya Mustafa Kemal’e doğrudan sataşmadan, ama ima yoluyla ona karşı, hıncını kusmuş! Bu hınç, acaba nereden kaynaklanıyor? Ataerkil mi? “Entelektüel ukalalıktan” mı?

Yoksa, çocukken bir 10 Kasım’da okulda Atatürk anılırken, soğukta üşümesinden veya güldüğü için, cezalandırılmış olmasından mı? Ama Ardıç, herhalde söz cambazlığı ile, hatta Atatürk’ü savunur görünerek, Mustafa Kemal’in insani zaaflarını özel aile ilişkilerine, hatta fizik  yapısına ve kıyafetine dokundurmalar yapıyor ve aklınca bu konularda şüpheler uyandırıyor!
 Başlıca ve fakat derinden iması, Mustafa Kemal’in iddia edildiği gibi bir ilah olmadığını, etten kemikten, zaaflarıyla bir “insan” olduğunu söylemek! Ve fakat, “Milliyetçi Kemalist”  duygusallıktan dolayı, gerçekçi bir Atatürk filminin yapılamayacağını söylemek!
Mustafa Kemal tabii ki bir tanrı değildi... Kendisinin de söylediği gibi, bir fani idi ve “vücudu tabii ki”  toprak olacaktı ama emanetinin ilelebet yaşamasını isterdi. O  “İLAH” değildi ve fakat bizler için ve dünya tarihinde eşi olmayan bir  “dev adamdı” ve muhakkak ki, küçük adamların, kalleşçe saldırılarına rağmen öyle de kalacak!

Filme gelince; Ardıç merak etmesin, bir süre sonra istediği olur, filmin senaryosunu da kendisi, danışmanları Zafer Üskül, Cemil Koçak ve Baskın Oran vb.. ile birlikte yazar ve hele 301. Madde de kaldırılmış olursa, Mustafa Kemal’i gönüllerince, aşağılamak imkânını bulurlar.. Ama ne yaparlarsa yapsınlar; İkinci Cumhuriyet kurulsa, Anıtkabir  “arkeoloji”  müzesi yapılsa, Atatürk’ün hitabeleri,  Hitit yazıtları yapılmak istense bile Mustafa Kemal’i yıkamayacaklar ve evrensel tarihin sayfalarından silemeyeceklerdir!

Atatürk çevresi
Fakat Engin Ardıç’ın araya sıkıştırdığı şu sözleri:  “Başardıkların ve başaramadıkların, zaafların, yanlışların, çevreni çepeçevre sarıp sarmalamış bir sürü namussuzun ortasında kalmış muhteşem yalnızlığınla çok sevdim Atam.”

Yani Atatürk’ün çevresindeki o adamlar, zamanın deyimiyle “mutat zevat” namussuzlarmış! Atatürk onlara rağmen, yalnızmış ve Ardıç da O’na, asıl bu “yalnızlığından”  dolayı acırmış!
Bir defa Atatürk,“namussuzlar”  tarafından kuşatılacak  kadar ve Ardıç gibilerin “acımalarına”  muhtaç olacak kadar, aciz değildi! Çevresini, kendisine sadakatlerini ispat etmiş oldukları için kendisi seçmişti!

O çevrede, sonuna kadar babam Kılıç Ali vardı ve bu,  biz oğulları ve ailesi için en büyük iftihar kaynağımızdır. Bunun için de, şimdi Ardıç’ın bu iftirasına, sadece babamın adına değil, onlardan artık hayatta olmayanlar adına ve çocukları, torunları adına, Salih Bozok, Hüseyin (Cevat Abbas) Gürer vb.. adına cevap hakkını kullanmak, bu zata haddini bildirmek bana düşüyor!
Mustafa Kemal, babam Kılıç Ali’yi Kurtuluş Savaşında, Ayıntap ve Maraş’a gönderirken, “Sana önemli bir görev  vereceğim. Sana güvenebilir miyim?” demiş ve babam da, hiç bir şey söylemeden, masada yanan lambanın camına yapışmış. Mustafa Kemal “Ne yaptın çocuk”  deyince, o zamanki adıyla, Mülazım Asaf: “Size sadakatimi ispat ettim” diye cevap vermiş. Kılıç Ali, Atatürk’ün son dakikasına kadar yanında, en güvendiği adamlardan biri olarak kaldı! Sonra bana Park Oteli’nin Ermeni müstecirinin anlattığı var: Atatürk, orada arkadaşlarıyla yemek yerken birden elektrikler söner... Birkaç dakika sonra elektrikler yanınca, manzara  şudur: “Mutat zevat”; babam Kılıç Ali, Salih Bozok, Cevat Abbas, Recep Zühtü, ellerinde tabancaları Atatürk’e vücutlarıyla, siper olmuşlar...

Ancak sadakatten nasip almamış olan alçaklara, “yüksekliği” nasıl anlatabilirsiniz ki! 
Şimdi ifade ve söz hürriyeti var. Bu adamlara “alçak iftiracılar” diyemiyoruz. Ama onlar ne demek istediğimizi anlarlar! 

Ardıç’a sormak isterim; Atatürk’ün “o adamları” Kurtuluş Savaşında ve devrimlerde, Mustafa Kemal’in yanında iken, kendisinin merhum babası, dedesi, neredelerdi?

Yazarın Diğer Yazıları