Emanet Oy
31 Mart seçimleri aslında ittifakların bir sonucu olarak bozulmuş siyasal dengeleri yeniden inşa etti. Seçmen 14 Mayıs seçimlerinden sonra iktidar ittifakının lehine gelişen, “temsil ve toplumsal güç” arasındaki dengesizliği yerel seçimlerde ana muhalefet partisini destekleyip birinci parti yaparak düzeltti.
Siyaset mühendisliğine pek yüz vermeyen, seçim öncesi anketlerde çoğunluğu kararsız olarak görülen seçmen, emanet oy verme ve oy kullanmama başlıkları altında toplanabilecek iki önemli tutum alarak seçim sonucunu belirledi.
Siyaset kurumuna, onların temsilcilerine olan kızgınlık ve güvensizliği gösteren oy kullanmama davranışı çok anlaşılabilir ve ölçülebilir bir tutumdur. Emanet oy verme kavramı ise daha belirsiz bir ifade. Bir seçimde bir partiye verilmiş olan oy sonraki seçimde farklı bir partiye verilirse bu “emanet oy” olarak ifade ediliyor. Bu durumun seçmen tercihinin değişmesi olarak değil, oy kayması olarak da değil “emanet oy” diye tanımlanmasının en geçerli gerekçesi ise seçmenin partisiyle olan ilgisinin ve duygusal bağlarının devam ediyor olabileceği öngörüsüdür diye düşünüyorum. Bu tanımlama eski partiye oyunu geri alma umudu, yeni partiye ise oyu elinde tutmak için çaba göstermesi motivasyonu getiriyor.
Yeni oluşan bu siyasi dengede bilhassa milliyetçi olarak tanımlanan partilerden ve DEM Parti’sinden CHP'ye giden oylardan bahsediliyor. İttifak sebebiyle AKP içinde gömülü olan milliyetçi oyları dâhil etsek bile 31 Mart seçimlerinde milliyetçi partiler bir önceki seçime göre yarıdan fazla bir oranda oy kaybetmiş görünüyor. Bu oylar emanet oy olarak CHP'ye gitmişler ya da kullanılmamış oy (31 Mart’ta her 5 seçmenden 1'i oy kullanmadı) olarak mevzubahis partilerden uzaklaşmışlar. Siyasetçinin görevi toplumun değişimi işaret eden bu tavrını söylem ve tutum hâline getirmektir. Yeni dönemde DEM Parti’sinin farklı politikalar izleyeceğinin emareleri var, İYİ Parti’nin kongresi sonrası milliyetçi cephede hareketlenme beklenebilir, dolayısıyla CHP olağanüstü bir şey yapamazsa bu iki uçtan en az biri emanetini geri alacaktır.
İktidar partisinin birinciliğini kaybetmesi normal şartlar altında bir erken seçimi gerektirir. Ancak ekonominin toparlanması için seçimsiz bir dönem beklentisinin toplumda hâkim olması dolayısıyla ve ekonomik başarısızlığın faturasının seçim isteyene kesilmesi riskinden ötürü seçimin galibi olan CHP için bile “erken seçim” henüz erkendir.
Küçülen partilerin “emanet oy”larını geri almaları için zamana ihtiyaçları var. CHP ve YRP'nin de emanet aldıkları oyları kalıcı hâle getirmek için zamana ihtiyaçları var. İktidarın muhtemel hedefi olan ekonomik sorunların hafifletilebilmesi için zamana ihtiyaç var. Buna rağmen, bu ekonomik gidişatla 2028 yılının seçim için çok geç bir tarih olduğu görülüyor.
İktidar son seçimlerde toplumsal desteğini kaybettiği hâlde yeni anayasa yapma söylemi üzerinden top çevirecek. Anayasa değişikliği en az 200 milletvekilinin teklifi ve en az 400 milletvekili onayından sonra cumhurbaşkanının da onayıyla mümkün. 360-399 milletvekilinin onayıyla cumhurbaşkanı zorunlu olarak referanduma gönderir ve %51 oy gerekir.
Bırakın %51 oy almayı birinci bile olmayan bir parti tarafından yeni anayasa yapılması düşünülemez. Onun için herkes tarafından top çevirme alanı yeni anayasa söylemi olacaktır. Ne zaman iktidar bir karambol anı yakaladığını düşünürse görüşmeleri tıkayıp erken seçimi gündeme getirecektir.
Yeni Anayasa bahsinin gündemi değiştirmek, top çevirmek veya yeni bir fırsat yakalamak için kullanıldığı bu ortamda herkesin aklında ortak bir soru var: Zaten işine gelmeyen hükümlerine uymadığı yürürlükteki Anayasa, iktidar için nasıl bir engel teşkil ediyor? Yeni Anayasa ile mevcut Anayasanın çözemediği hangi sorun çözülecek?