Dünya Sağlık Örgütü'nün (WHO) verilerine göre, yetişkinlerin günlük kalori alımının yüzde 10'unu aşan serbest şeker alımı, obezite, tip 2 diyabet ve kardiyovasküler hastalıkların önlenemez artışına yol açtı.

Uzmanlar, bu alışkanlığın acilen tersine çevrilmesi çağrısında bulunurken, yeni araştırmalar şekerin beyin fonksiyonlarından karaciğer sağlığına kadar geniş bir yelpazede yıkıcı etkilerini doğruladı.

Son yıllarda yapılan kapsamlı meta-analizler, şeker tüketiminin sağlık üzerindeki yıkıcı sonuçlarını netleştirdi.

Örneğin, Harvard Tıp Fakültesi'nden beslenme profesörü Dr. Frank Hu'nun liderliğindeki 15 yıllık bir kohort çalışması, eklenmiş şekerlerden gelen kalorilerin günlük toplamın yüzde 17-21'ini oluşturan bireylerde kardiyovasküler ölüm riskinin yüzde 38 arttığını ortaya koydu. Bu bulgu, JAMA Internal Medicine'de yayımlanan araştırmada, şekerin enflamasyon ve kan basıncı yükselmesi yoluyla kalp krizi ve inme tehlikesini doğrudan artırdığına işaret etti.

Benzer şekilde, BMJ'de yer alan bir şemsiye derleme, 37 meta-analizi inceleyerek aşırı şeker alımının obezite, karaciğer yağlanması ve hatta bazı kanser türleriyle güçlü bir bağlantı kurduğunu vurguladı. Bu derleme, 278 bireysel çalışmayı kapsayarak kanıt kalitesini "orta-yüksek" olarak derecelendirdi.

WHO'nun "Şeker Alımı Rehberi"nde, Dr. Francesco Branca gibi uzmanlar, serbest şekerlerin (içeceklerdeki ve işlenmiş gıdalardaki eklenmiş şekerler) günlük enerji alımının yüzde 10'unu, idealde yüzde 5'ini aşmaması gerektiğini belirtti. Bu sınırın aşılması, diş çürüklerinden başlayarak sistemik enflamasyona kadar uzanan bir domino etkisi oluşturdu.

New York Üniversitesi'nden beslenme ve halk sağlığı profesörü Dr. Marion Nestle, "Şeker endüstrisinin 1960'larda bilimsel araştırmaları manipüle ederek doymuş yağlara suç atması, bugünkü krizin köklerini oluşturuyor" dedi ve bu tarihi skandalı JAMA'da ele aldığı bir editöryelde, endüstriyel şekerin halk sağlığını nasıl zehirlediğini ifşa etti.

Aşırı şeker tüketiminin beyin üzerindeki etkileri de göz ardı edilemedi.

Kaliforniya Üniversitesi'nden endokrinolog Dr. Robert Lustig, "Şeker, alkol gibi karaciğeri doğrudan hedef alıyor ve leptin direncine yol açarak açlık sinyallerini bozuyor" şeklinde uyardı.

Bu görüşü, Healthline'da özetlenen hayvan ve insan çalışmalarında, fruktozun beyinde enflamasyon yaratarak depresyon ve anksiyete riskini artırdığı bulgularıyla desteklendi. Bir başka çarpıcı veri, Whitehall II kohortundan gelen: Günlük tatlı gıda ve içeceklerden şeker alımı yüksek olanlarda, beş yıl içinde yaygın ruh hali bozukluğu ve depresyon insidansının yüzde 23 arttığı gözlemlendi.

Gazeteci Gary Taubes ise "Şeker Davası" adlı eserinde, bu etkilerin insülin direnci mekanizmasıyla birleştiğini savunarak, şekerin obezite epidemilerinin tekil suçlusu olduğunu iddia etti. Bir görüş ki, Nature dergisindeki yorumlarda da yankı buldu.

CDC'nin verileri, Amerikalıların ortalama 17 çay kaşığı eklenmiş şeker tükettiğini gösterirken, Avrupa'da da durum benzer: İngiltere'de yetişkinler önerilenin iki katını aldı.

Uzmanlar, etiketleme zorunluluğu, şekerli içeceklere vergi ve okul programlarında eğitim gibi politikaları önerdi.

Dr. Hu, "Şekerli içecekleri azaltmak, kalori alımını doğal olarak düşürür ve kalp sağlığını korur" dedi.

PAHO/WHO gibi kurumlar da, Latin Amerika'daki vergi modellerinin obezite oranlarını yüzde 10 azalttığını rapor etti.

Sağlıklı bir gelecek için şeker tüketiminin kontrol altına alınması, bireysel tercihler kadar toplumsal iradeyi de gerektirdi.

Aşırı şekerin oluşturduğu bu sessiz salgın, ihmal edildiğinde nesilleri tehdit edtti. Ama bilinçli adımlarla tersine çevrilebildi. Hemen bugün, o şekerli içeceği bırakmakla başlayın; zira bilim, geleceğinizin tadını belirledi.