‘Atatürk ve Din’

Osmanlı’nın bu kadar arzulandığı dönem olmuş mudur?

“Osmanlı” deyince akan suları durduranların, Osmanlı’yı ulaşılmaz noktaya oturtanlar, Osmanlı=din mesabesinde istismar yoluna gidiyorlar.

Osmanlı’da şer‘î hükümler esastı. Atatürk cumhuriyeti kurdu, din gitti, demeye getiriyorlar. Hatta Mustafa Kemal’e, onun Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kurmasını, Kur’ân-ı Kerîm’i tefsir ettirmesini, hadisleri derletmesini bile belli maksada yoruyorlar.

Hâlbuki Osmanlı tarikatlara/cemaatlere gide gide eğreti bakıyordu. “Ne oluyorsunuz… Bir dakka!” diyor, kontrol altına almak istiyor, nizamnâmeler çıkarıyordu.

“Şeriat” deyince Osmanlı yine “Bir dakka!” çekiyordu. “Şeriat”ı günün şartlarına uydurabilmek için nasıl törpüleyeceklerinni, neresinden hile-i şer‘iyeye başvuracaklarının hesabı içine giriyorlardı.

Osmanlı özleminin altında “beyinsizler”in hıncı yatıyor, desem, beyinsiz değiller. Ne yaptıklarını çok iyi biliyorlar. “Hınç”ı muskalamışlar, boyunlarına asmışlar, göstere göstere her yere giriyorlar.

Millî Mücadele döneminde 30’dan fazla iç isyan çıkartıldı. İsyancıları kışkırtan, destekleyen Osmanlı Sarayı idi. Arkalarından itekleyenler ise İtilaf Devletleri. Başlarında İngilizler.

Meşru dernekler devreye sokulmuştu. Bu derneklerden biri de “Teâlî-i İslâm Cemiyeti”. Cemiyetin başkanı Mustafa Sabri idi. (Damat Ferit Paşa’nın kabinesinde Şeyhülislamlığa getirilince ayrıldı), başkan yardımcısı İskilipli Mehmet Âtıf, Genel Sekreteri ise Ermenekli Mustafa Safvet idi.

Bu cemiyetin Millî Mücadele aleyhindeki ilk bildirisi 16 Eylül 1919’da İkdam gazetesinde yayınlandı. Bu bildirinin son cümlesini verelim, Millî Mücadeleye karşı oluşlarını nasıl dine dayandırdıklarını görelim:

Padişahımız halifemiz efendimiz hazretlerinin merhamet ve şefkat kucağı size açılmıştır. Hepiniz koşunuz, geliniz dünya ve ahiret saadetini ihraz ediniz: İşte size ihtar eyliyoruz. Allah’ını, peygamberini ve padişahını seven bu tarafa gelsin!”

Bildiri metninde, Millî Mücadele’ye karşı çıkarsanız, cennete gidersiniz, demeye gelen cümleler sıra sıra...

Mustafa Kemal, “...İsyanların müthiş olan ve aylarca devam eden boğucu dalgaları, Ankara'daki Karargâhımızın duvarlarına çarpıyordu..." der.

Bir avuç Millî Mücadeleci, öbek öbek isyancıları çok zor şartlar altında bastırabildi.

Osmanlıcılık güdenler, Mustafa Kemal’i özellikle “din” üzerinden vurmak isterler.

***

Bugün kitap günümüz. İlâhiyatçı Prof. Dr. İsmail Yakıt Hoca’nın bir özlü kitabı “Atatürk ve Din” çok aranıyor, okunuyor (Ötüken Neşriyat, 84 s.). 12. baskısı önümde.

Kitabın arka kapağında 29 Ekim 1923’te, Mustafa Kemal’in Fransız gazeteci Maurice Perno’yla mülâkatında söylediği “Dinime, bizzat hakikate nasıl inanıyorsam buna da öyle inanıyorum.” sözü konmuş.

“Atatürk ve Din”in ara başlıkları:

“I-Atatürk'ün Din Anlayışı / II-Atatürk ve Hz. Muhammed / III-Atatürk ve Kur’ân-ı Kerîm / IV-Atatürk ve Din İstismarcılığı / V- Atatürk ve Gerçek Din Bilginleri / VI -Atatürk ve Az Gelişmişlik / VII-Atatürk ve Din Eğitimi.

Kitabın “Sonuç” bölümü, bize yeteri kadar fikir verecektir:

Görüldüğü gibi Atatürk, Allah'a ve İslâm dinine samimi bir kalple bağlı bulunmaktadır. O, din adına inananların sömürülmesine, dinin politikaya karıştırılmasına ve istis­marına karşıdır. Atatürk'ün karşı olduğu çevreler İslâm dininin de karşı olduğu çevreler olup, bunlar yobazlar, bağnazlar, hurafeciler, din simsarları, bezirganları ve ak­törleridir. O'nun gerçek din âlimlerine önem verdiği ve saygı gösterdiği yukarıda örneklerde de görüldüğü gibi herkesçe bilinmektedir.

Atatürk İslâm dinine gereken önemi vermiş, Hz. Peygamber'e ve Kur'ân'a büyük hürmet göstermiş ve bunları kendi manevî ve kutsal seviyesine kavuşturmayı hedefle­miştir. İslâm dünyasının geri kalışını, bazılarının yaptığı gibi dinde görmemiş, geri kalışın ve az gelişmişliğin ger­çek sebebinin zihniyet meselesi olduğunu belirtmiştir.

Atatürk, bazı çevrelerin iddia ettiğinin aksine, dini za­yıflatmak ve onu hayattan tecrit etmek gibi bir düşüncenin ve fiilin içinde olmamıştır. Hele 1930 sonrası daha önceki dinî fikirlerinden uzaklaştığı yönündeki birtakım kimse­ler tarafından ortaya atılan bazı iddiaların doğru olmadı­ğını, bilakis O'nun din konusundaki görüşlerini hayatının sonuna kadar sürdürdüğünü, daha önce belirttiğimiz gibi, 1935’te yayınlattığı Kur'an Tefsirinden; iftar, Ramazan ve dinî sohbetleri her sene evinde düzenlettiğinden ve her yıl Ramazanda bir ay müddetle Hacı Bayram ve Zincirlikuyu camilerinde hatm-i şerifler okutmasından anlaşılmakta­dır. O, inanmamış veya önceki dinî fikirlerinden vazgeç­miş biri olsaydı bunları yapar mıydı?

Atatürk, “Mukaddes mihrabı cehlin elinden kurtarıp ehlinin eline vermek” azmindeydi. O'nun hedefi dinin, siyasî ve maddî bir araç olarak kullanılmasını önlemektir. O'nun din politikasının temeli dini devletten, din işlerini dünya işlerinden ayırmaktır. Bir diğer ifadeyle siyasî, sos­yal ve hukukî alanlardaki işleri dine dayandırarak bundan menfaat sağlamayı önlemektir.

Kısaca Atatürk, dinsizliğe olduğu kadar, her türlü hurafeye, yobazlığa, safsataya, taassuba, dinin politikaya alet edilişine ve böylece dini, toplumu sömürme aracı haline getirmek isteyenlere şiddetle karşı çıkmıştır. Yani din kisvesine bürünmüş cahil kimselerin toplum üzerindeki etkilerini kırmaya çalışmıştır.

Bu araştırmamıza yine O büyük insanın şu sözleriyle son verelim: “Dinime, bizzat hakikate nasıl inanıyorsam, buna da öyle inanıyorum.”

Okumak lâzım.

Yazarın Diğer Yazıları