Kıbrıs meselesi yeniden Washington’ın masasındadır. Tom Barrack’ın Türkiye Büyükelçisi olarak yaptığı açıklamada, Amerika’nın Yunanistan ile Türkiye’yi yeni bir bölgesel düzende birbirine bağlayacak köprü olmayı aynı zamanda “Kıbrıs’la ilgili apseyi” iyileştirmeyi istediğini söylemesi, ABD’nin Ada’ya dönük ilgisinin “dostça bir arabuluculuk” değil, yeniden kurgulanmış bir güç haritalaması olduğunu gösteriyor. Fakat bu ilginin Türk tarafı açısından ne ifade ettiğini anlamak için, ABD’nin Kıbrıs’taki tarihsel siciline bakmak zorundayız. Çünkü bugün yaşananlar dünden bağımsız değildir.
ABD’nin Kıbrıs Sicili: Rum-Yunan Ekseninin Sessiz Müttefiki
1960’lardan bu yana Washington’ın Kıbrıs politikası adım adım şöyledir:
- 1963 Kanlı Noel sırasında Türk toplumuna yönelik saldırılar sürerken, ABD yönetimi Rum saldırganlığını durdurmak için tek bir caydırıcı adım atmadı.
- 1974 Barış Harekâtı sonrasında, Türk tarafına ağır bir silah ambargosu uyguladı; Rum tarafına ise ambargo getirildiğini açıkladığı halde, bu hiçbir zaman tam anlamıyla işletilmedi. Türk askerinin meşru müdahalesine “işgal” diyen Rum lobisi, Washington’da uzun süre destek buldu.
- 1990’lardan itibaren ABD, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) AB’ye katılımını destekleyerek, Ada’da uzlaşı için gerekli tarafsızlığı tamamen kaybetti.
- 2004 Annan Planı sürecinde, Türk tarafının iyi niyetli yaklaşımı Batılı güçler tarafından dahi ödüllendirilmedi; verilen hiçbir söz tutulmadı.
Bu tablo, ABD’nin Ada’daki tüm kritik dönemeçlerde Rum çıkarlarını örtük biçimde koruduğunu göstermektedir.
Peki 2010’lardan itibaren ne değişti? ABD’nin tarafsızlığı mı arttı? Tam tersi!
ABD, Doğu Akdeniz enerji paylaşımı gündeme geldikten sonra GKRY ile ilişkilerini “stratejik ortaklık” seviyesine yükseltti. ABD petrol şirketleri GKRY ile işbirliği çerçevesinde doğal kaynakların çıkarılıp pazarlanmasına ortak oldu. Bu yakınlaşma çerçevesinde ABD önce silah ambargosunu kaldırdı, sonra askeri işbirliği anlaşmaları, ardından Eğitim ve Askerî Finansman hibeleri geldi. Böylece Rum yönetimi, ABD’nin askeri destek verdiği bir aktöre dönüştürüldü. Daha da çarpıcı olanı ABD, Larnaka ve Baf üzerinden GKRY’de kalıcı operasyon noktaları kurdu, Amerikan askerleri ortak tatbikatlara katıldı. ABD savaş gemileri Güney Kıbrıs limanlarını düzenli şekilde kullanmaya başladı. Yani ABD, Ada’nın güneyini fiilen bir ileri NATO üssü hâline getirdi. Bu üslenme, yalnızca GKRY’nin stratejik kapasitesini büyütmedi; Türk tarafını da diplomatik olarak yalnızlaştırdı.
Barrack’ın Açıklamaları: Yeni Dönem Eski Senaryonun Devamı!
Barrack’ın son dönemde yaptığı açıklamalara bakıldığında, ABD’nin bu politikayı sürdürmeye niyetli olduğu açıkça görülüyor. “Türkiye–Yunanistan arasında köprü olabiliriz” diyen Barrack’ın ima ettiği diplomatik çizgi, gerçekte şu mesajı taşımaktadır: “Doğu Akdeniz’de enerji düzeni kuruyoruz. Siz de buna uyun.” Bu düzenin merkezinde GKRY yer almaktadır. Çünkü ABD, yıllardır Rum yönetimini askeri olarak güçlendirmiş, ekonomik ve stratejik olarak konumlandırmış, diplomatik olarak desteklemiştir. Bu şartlar altında Barrack’ın Kıbrıs için arabuluculuk önerisi, Türk halkının lehine değil; Rum tarafının elini daha da güçlendirecek bir çerçeve anlamına gelmektedir.
Neden Tehlikeli?
ABD’nin Rum yönetimiyle askeri ortaklığı, iki kritik sonuç doğurmaktadır:
- Güney Kıbrıs, ABD tarafından korunan ayrıcalıklı bir aktöre dönüşüyor.
Bu, müzakere masasında Rum tarafının güçlenmesi ve federal çözüm adı altında Türk halkının azınlıklaştırılması riskidir.
- Türkiye’ye verilen mesaj açık:
“Enerji paylaşımında, bölgesel işbirliğinde ve Kıbrıs masasında uyumlu ol; aksi hâlde baskıyı artırırız.”
Bu, Türk halkına hiçbir şekilde fayda sağlamayacak bir denklem yaratmaktadır.
Tek Çözüm, Tek Yol: Egemen Eşitlik – İki Devlet
Bu şartlar altında hâlâ “federal çözüm” masalı anlatanlara sormak gerekiyor:
Rum’a ABD silah desteği verilirken, Ada Rum tarafıyla militarize edilirken,
ABD GKRY’yi stratejik ortak ilan ederken Türk halkı nasıl eşit olacak?
Bu nedenle Kıbrıs Türk halkının tek varoluş çizgisi vardır: EGEMEN EŞİTLİK + İKİ DEVLET = GÜVENCE
Bugün yaşanan tüm bu gelişmeler, Türk tarafı için tek bir gerçeği yeniden teyit etmektedir: Kıbrıs Türk halkının güvenliği, egemen eşitliğe dayalı iki devletli çözümden başka bir formülle korunamaz.
- Federal çözüm, ABD’nin GKRY’ye sağladığı askeri kapasite karşısında Türk halkını korumasız bırakacaktır.
- Rum çoğunluğun egemen olduğu tek devlet modelleri, 1963 zulmünün modern versiyonudur.
- Türk halkının siyasi statüsünü eşitliğe taşıyan tek yol, bağımsız devletin tanınma mücadelesidir.
Türkiye’nin garantörlüğü ve askeri varlığı ise bu modelin vazgeçilmez güvenlik temelidir.
Barrack Doktrini’ne Karşı Bir Uyarı
Kısacası ,ABD bugün Ada’da Rum yönetimiyle yan yana durmaktadır. Silah ambargosunu kaldırmış, askeri üsler kurmuş, ortak tatbikatlar yapmış, stratejik ortaklık ilan etmiş bir güç, Kıbrıs Türk halkına “adil arabulucu” olamaz, olmamalıdır. Bu nedenle mesele nettir:Kıbrıs Türk halkının kaderi Washington’da değil, Lefkoşa’nın kuzeyinde; kendi devletinin iradesindedir. Egemenlikten geri adım olmamalıdır. İki devletli çözümden sapmak, Ada’daki Türk varlığının geleceğini tehlikeye atmaktır. ABD’nin Rum yönetimine sunduğu destek ne kadar artarsa artsın, değişmeyen tek gerçek şudur: Kıbrıs Türk halkı kendi devletinin sahibidir ve hiçbir dış güç bu gerçeği değiştiremeyecektir.