Can Ataklı, Mollaveisoğlu’na Sahip Çıktı

Can Ataklı, Mollaveisoğlu’na Sahip Çıktı
Yeniçağ yazarı Mollaveisoğlu’na verilen hapis cezasına bir tepki de gazeteci Can Ataklı’dan geldi. Ataklı bugünkü köşesinde karara sert eleştiriler yöneltti.

Yazarımız Tuncay Mollaveisoğlu’nun yazmış olduğu yazıdan dolayı 1 yıl 3 ay hapis cezası almasına tepkiler artarak devam ediyor. Korkusuz Gazetesi yazarı Can Ataklı, Mollaveisoğlu’nun yazmış olduğu yazıya dikkat çekerek “tanık olduklarını yazan birine nasıl hapis cezası verebilirsiniz” diye sordu.

İşte Can Ataklı’nın bugünkü köşe yazısı:

Bir gazetecinin “tanık olma” talihsizliği

Gazeteci Tuncay Mollaveisoğlu cemaatin dinci faşist darbe kalkışmasından bir gün sonra yazdığı yazı yüzünden 1 yıl üç ay hapse mahkum edildi. Hem ilk duruşmada ve tek celsede.
Mahkeme Mollaveisoğlu'nun “gazetedeki yazısında FETÖ'nün şiddet içeren eylemlerini meşru gösterdiği ve bu şekilde ‘terör örgütünün propagandasını yapmak' suçunu işlediği sabit olduğundan” ifadelerini kullanarak “tecili olmayan” hapsine karar verdi.

Bu karar en az gazetecilerin tutuklanması kadar önemlidir.

Bu kararla artık gazetecilerin “tanık” oldukları olayları bile özgürce yazabilmesinin önüne çekilmiş bir set gibidir.

Nedenini anlatayım; Tuncay Mollaveisoğlu yazarı olduğu Yeniçağ Gazetesi'nde 17 Temmuz günü “Erdoğan'ı yanımdan nasıl kaçırdılar?” başlıklı bir yazı yazdı.

Yazı 17 Temmuz'da yayınlandığına göre Mollaveisoğlu yazıyı dinci faşist kalkışmanın ertesi sabahı kaleme almış demektir.

Yeniçağ yazarı kalkışma günü tesadüf eseri Cumhurbaşkanının da tatil yaptığı Marmaris'teki otelde kalıyor. O gece yaşananların önemli bir bölümüne de tanık oluyor.

Mollaveisoğlu'nun yazısı aslında “bir tanıklık” yazısı. Komandoların otele nasıl geldiklerini, açılan ateşleri, patlayan bombaları, o sırada şehit olan iki polisi ayrıntılarıyla anlatıyor Mollaveisoğlu.

Yazının devamında ise üzerinden henüz 18 saat bile geçmemiş olan darbe kalkışması ile ilgili gözlem ve analizlerini yazıyor.

Bu yazı hakkında “darbeyi bildiği ve destek verdiği” şeklinde bir suç duyurusu yapılıyor, Mollaveisoğlu hakkında dava açılıyor.

Yazının tamamını Yeniçağ Gazetesi internet sitesinden okuyabilirsiniz, bütün ayrıntılarını bu köşeye almam mümkün değil.
Dava açılmasına rağmen Tuncay Mollaveisoğlu'nun içi rahat. Çünkü o gece ile ilgili tanık olduğu olayları birebir anlatmış. Ayrıca daha sonra Muğla Cumhuriyet Savcılığı'nın darbeci komandolarla ilgili hazırladığı iddianamede yazılan ayrıntılar neredeyse Mollaveisoğlu'nun yazısıyla birebir örtüşüyor.

Savcının beraat talebine rağmen mahkeme başlıyor, hakimler sorgulamayı yapıyor ve karar jet hızıyla açıklanıyor.

“Mollaveisoğlu darbeyi övmüş, darbecileri haklı ve meşru göstermiştir. 1 yıl 3 ay hapsine.”
O yazı çok sıcak saatlerde yazılmış bir “tanıklık” yazısı. İçinde geçen bir cümle var o da şu “Darbeciler söylendiği gibi halka ateş açmadılar, amaçları Cumhurbaşkanını bulmaktı.”
Mollaveisoğlu aynı yazıyı birkaç gün sonra yazsa, Ankara ve İstanbul'da yaşananları da daha açık bir zihinle irdeler ve aynı cümleyi, yine aynı anlamda ama farklı kelimelerle yazardı belki. Yeniçağ yazarı olayın sıcaklığı ile sadece o anlarla ilgili gözlemini aktarmış, ki bu zaten hain komandolarla ilgili iddianamede de aynen var. O anda komandolar halka ateş açmamışsa başka ne yazılabilirdi?

Bu dava bana göre eldeki belge ve bilgilere göre Yargıtay'dan döner.
Ancak tehlike şu ki, mahkemeler FETÖ olayı nedeniyle öyle bir psikolojik baskı altında ki, iktidardan gelen “subjektif” suç duyurularına karşı hukuk kurallarını uygulayamıyor adaleti yerine getiremiyor.

Bu da bundan böyle muhalif ya da olmayan bütün gazetecilerin “iktidar veya sarayı eleştiren” her türlü haber ve yazılarından sonra “dehşetli cezalarla” susturulacağı anlamına gelir.
Nitekim Tuncay Mollaveisoğlu'nun avukatı Celal Ülgen'in mahkeme kararından sonra yaptığı açıklama hepimiz için önemli bir uyarı niteliğindedir:

Şöyle diyor Ülgen; “Bu mahkemeler bağımsız mahkemeler değil. Bu mahkeme kendilerinden çok korkuyorlar. Recep Tayyip Erdoğan'ı kızdıracak bir karar verdikleri takdirde hayatları mahvolacak diye ürküyorlar. Polis sirenlerinden çok korkuyorlar. Sirenleri duydukları zaman eyvah sıra bana mı geldi diye korkup kalp krizinden gidiyorlar. Onun için böyle kararlar çıkıyor.”