Coşkun Karabulut'un Sarıkamış'ı...

Sarıkamışlı Âşık Fikret Ünal, "Gurbet bana ben gurbete alıştım" der bir şiirinde. Alışmak tamam da, geldiğin yerlerin özlemi hiç çıkmaz içinden, sılanın anılarıyla yaşamaktan kendini alamazsın, paylaşırsın onları fırsat buldukça...

Sarıkamışlı şair dostum Coşkun Karabulut, 70'li yılların Sarıkamış anılarını bir kitapta topladı geçtiğimiz günlerde. Cinius Yayınları arasından çıkan kitap "70'li Yıllardan Bende Kalan Sarıkamış" adını taşıyor.

Yoksul bir ailenin çocuğu Coşkun Karabulut, kahvehanelerde garsonluk ederek geçmiş çocukluğu. Ezilmiş, üzülmüş ama bir yığın değerli anı, söz ve nükteyi de depolamış belleğine. Şimdi bunlar bu kitapla açığa vurulmakta ve ne iyi ki öyle...

Öncelikle kişiler, tipler, onların çoğunu ben de tanıyorum, okurken gözümün önüne geldiler, kahkahaları kopardım. Söz gelimi Karabulut'un dayısı Aslan Şeki... Kitap ve kırtasiye dükkânları vardı Sarıkamış'ta. Bir gün bir asker gelir bu dükkâna, o günlerde çok okunan bir romanı sorar: "Kadın İsterse var mı?" Aslan Şeki, şöyle bir düşünür, bakar ki isteyen asker, hemen oradan çıplak kadın fotoğraflarının bolca bulunduğu bir Pazar Mecmuasını uzatır ve "Al" der "Kadın istese de, istemese de..."

Ve rahmetli Keş Abdullah... Her seçim, belediye başkanlığına aday olan, duvarlara "Umudumuz Keş" yazdırtan ve kürsülerde Ümit Yaşar Oğuzcan'dan şiirler okuyan adam...

Berber Mahmut'un ün salmış yavaş tıraşı... Sakal tıraşı bittiğinde, tıraş olanın yüzünde yeni sakal uçlarının çıktığı görülürmüş.

Sarıkamış'ın her alanda ünlülerini de yazmış Coşkun Kardeşim. Söz gelimi, kayak, atletizm ve güreşte uluslararası dereceler alan çok ünlü isimler çıkardı Sarıkamış. Atletizmde Mehmet Tümkan, Mehmet Yurdadön, güreşte Alaaddin Yıldırım, Gıyasettin Yılmaz ve kayakta bir dolu insan. Ahmet Kıbıl, Rızvan Özbey, Burhan Alankuş'u yazmış Coşkun Karabulut ama Sarıkamışlı olmamasına karşın bir ismi özellikle zikrediyor, Gümüşhaneli Muzaffer Demirhan, Deli Muzaffer yani, Sarıkamışlı birçok sporcuyu yetiştiren o.

Ve lakaplar... Onlar da bir dolu, bazılarını sayalım: Hınik (burundan konuşan), lallo (konuşma özürlü), hırro (genizden konuşanlar), guzik (hafif kambur olanlar).

Bu kitabı okurken Seydali Emi'nin zurnasının, Cemal Atagün kardeşimin koltuk davulunun sesi geldi o güzel düğünlerden. Kahveci Hoho Turgut'un ayı macerası canlandı gözlerimin önünde. Gaşgalar, faytonlar, yaylı arabalar, atlı kızaklar geçtiler yılların içinden gelip. Ve dükkanlar... Coşkun Karabulut öyle bir geçit yaptırıyor ki onlara, bir zaman tüneline sokuyor o günleri ve oraları bilenleri.

Çocukluk günlerinden bugüne göndermeler yapılan bir şiiri vardır Karabulut'un. Yıllar önce Şiir Defteri Dergisinde yayımlanmıştı. Bu kitaba da almış "Ecco-Mecco" adlı o şiiri. Onunla bitireyim.

"ne oyunlar oynardık çocukken/ecco mecco/kaldır kamecco/nal mıh kırk kırk bir/çattı pattı uzun eşşek/birdir bir/ceviz bilye/aşık eneke

kendimiz koyardık kuralları/ve hepimiz uyardık/'çarım çurum yok' dedik mi/kaçıramazdı kimse/ne bir ceviz ne de bilye/hepimiz bilirdik çünkü 'Allah cığıza (mızıkçıya) mal vermezdi'

büyüdü o çocuklar/koca adam oldular/oyun yine oyun/kural aynı kural/ama şimdi çar çur var/cığızlar mal sahibi olmuşlar/su başlarını da tutmuşlar üstelik"

Yazarın Diğer Yazıları