Türkiye’de her sabah birçok ailenin sofrasına oturmadan önce yaptığı ilk şey, “bugün ne yesek?” sorusunu cevaplamak değil; “bugün ne kadar harcasak?” sorusunu yanıtlamaya çalışmak oluyor. Dar ve sabit gelirli kesim, son yıllarda hızla artan enflasyon ve gıda fiyatlarındaki dalgalanmalar karşısında adeta mutfakta yeni bir “ekonomi politikası” geliştirdi. Bu politika; zamlarla baş etme, ucuz ama besleyici alternatifler bulma, israfı en aza indirme ve sofrada çeşitliliği koruma çabalarının bütünü olarak özetlenebilir.
Bir yandan kira, fatura ve ulaşım gibi zorunlu harcamalar artarken; diğer yandan gelirlerin büyük ölçüde sabit kalması, sofradaki ekmeğin gramını, tenceredeki etin miktarını, hatta pazardan alınacak sebze-meyve çeşidini bile etkiler hale geldi. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerine göre son yıllarda gıda ve alkolsüz içeceklerdeki yıllık fiyat artışı genel enflasyonun da üzerinde seyrediyor. Bu tablo, özellikle sabit gelirli emekliler, asgari ücretliler ve sosyal yardım alan aileler için sofra ekonomisinin bir zorunluluğa dönüşmesine neden oluyor.
SOFRADA TASARRUF SANATI: KÜÇÜK HESAPLARIN BÜYÜK ANLAMI
Dar gelirli hanelerde sofra ekonomisi yalnızca daha az harcamakla sınırlı değil; aynı zamanda daha planlı, daha hesaplı ve daha yaratıcı olmayı da gerektiriyor. Bunun en belirgin örneği, haftalık pazar alışverişlerinde görülüyor. Birçok aile, artık sebze-meyve fiyatlarını adım adım karşılaştırarak, haftanın hangi günü hangi pazarın daha ucuz olduğunu öğrenmiş durumda. Özellikle mevsiminde ve yerel üretim ürünlere yönelmek hem bütçeyi korumak hem de sofrayı zengin tutmak için önemli bir strateji.
Eskiden haftada birkaç kez et ya da tavuk pişiren aileler, artık “ekonomik menü” ile protein ihtiyacını kuru baklagiller, yumurta ve peynir gibi daha uygun fiyatlı ürünlerden karşılamaya yöneliyor. Bir kilo etin fiyatı, birçok aile için bir haftalık sebze-meyve alışverişine denk gelince, mercimek köftesi, nohut yemeği ve kuru fasulye yeniden sofraların baş tacı oldu.
Sofrada tasarrufun bir diğer yolu da israfı önlemekten geçiyor. Bayat ekmeklerin galeta ununa, sebze artıklarının çorbalara dönüşmesi ya da bir gün önceki pilavın ertesi gün çorba ya da dolma içi olarak kullanılması, artık birçok mutfakta rutin birer uygulama haline geldi.
LEZZET DEĞİL, DENGE VE SAĞLIK TEHDİT ALTINDA
Ancak sofradaki bu “tasarruf sanatı”, uzun vadede bazı riskleri de beraberinde getiriyor. Gıda fiyatlarının artması, dar gelirli hanelerin daha çok karbonhidrat ağırlıklı ve düşük proteinli beslenmesine sebep oluyor. Uzmanlar, özellikle çocuk ve gençlerin yeterli ve dengeli beslenememesi riskine dikkat çekiyor. Yeterli miktarda et, süt ürünleri ve taze sebze-meyve tüketememek; büyüme ve gelişme geriliğinden bağışıklık sisteminin zayıflamasına kadar birçok sağlık sorununu tetikleyebiliyor.
Bir başka dikkat çeken nokta da artan hayat pahalılığının sadece sofranın fiziksel zenginliğini değil; ailelerin ruhsal dünyasını da etkilemesi. “Sofrada bolluk” algısının yerini “kıt kanaat geçinmek” duygusu aldıkça, aile içi huzursuzluk ve kaygı seviyeleri de artıyor. Sofra, bir zamanlar aileyi bir araya getiren, sohbetlerin yapıldığı, neşenin paylaşıldığı yerken; artık çoğu evde gündelik ekonomik kaygıların en çok hissedildiği yerlerden biri haline geldi.
ÇÖZÜM YOLLARI VE DAYANIŞMANIN GÜCÜ
Bu zor tabloya rağmen, dar ve sabit gelirli aileler umudu elden bırakmıyor. Komşuluk ilişkileri, imece usulü yapılan kış hazırlıkları, mahalle pazarında yapılan toplu alışverişler gibi dayanışma yöntemleri hâlâ önemli bir nefes alma alanı sunuyor. Özellikle kışlık konserveler, turşular, salçalar, erişteler ve kurutulmuş sebzeler hem daha sağlıklı hem de daha ekonomik bir çözüm olarak sofralarda kendine yer buluyor.
Sosyal yardımlar, belediye destekleri ve kooperatiflerin sağladığı uygun fiyatlı gıda ürünleri de dar gelirli ailelerin sofrasına bir nebze de olsa katkıda bulunuyor. Ancak uzun vadeli bir çözüm için yalnızca ailelerin bireysel çabaları yeterli değil; gıda enflasyonunu kontrol altına alan, üretimi ve tedarik zincirini güçlendiren, özellikle temel besin maddelerine erişimi kolaylaştıran kamusal politikaların da devreye girmesi gerekiyor.
SONUÇ: SOFRANIN DİLİYLE ANLATILAN GERÇEK
Dar ve sabit gelirli ailelerin sofra ekonomisi, yalnızca evde yapılan bir bütçe hesabı değil; aynı zamanda toplumsal bir gerçekliğin, hayat pahalılığının ve gelir adaletsizliğinin somut bir yansıması. Her gün yeniden kurulan sofralar, bir ülkenin ekonomik gidişatının en sade, en gerçek ve en insani göstergesi.
Belki masadaki tabakların sayısı azaldı, belki çeşitler eskisi kadar bol değil; ama sofraya konan emeğin ve sabrın değeri, her zamankinden daha büyük. Çünkü dar gelirlinin sofrası, yalnızca açlığı gidermek için değil; aynı zamanda ayakta kalma, direnme ve birlikte olma çabası için kuruluyor. İşte bu yüzden, bu sofralar hem mütevazı hem de bir o kadar kıymetli…