Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Adnan İSLAMOĞULLARI

Adnan İSLAMOĞULLARI

Futbol ve siyâset…

Aslına bakarsanız, çocukluğumda büyük futbol yazarı merhum İslâm Çupi'nin hayranıydım, onu okudukça hep futbol yazmak isterdim, hayatım boyunca içimde ukde kaldı…  Hafta arası idmanları izlemek, hafta sonları da basın tribününde yerimi alarak, başlama vuruşuyla, 90 dakika sonunda futbolcular soyunma odasına giderlerken benim zihnimde yazı yazılmış olurdu. Daktilonun başlama vuruşu olan şaryo sesiyle müsabakaya yansıyan saha içi ve tribün detaylarını yazmak her hafta ayrı bir heyecan olurdu…

Kısmet değilmiş, olmadı!..

Belki bu sebeple zaman zaman yazılarımda futbol tâbirlerini, futbol kavramlarını kullanıyorum ve siyasetin kendine has dünyasını da, ilk paragrafı okuduktan sonra gerisini okumayacak olan hanım okuyucuları sıkmak pahasına bu kavramlarla izah ediyorum. Böylelikle içimdeki eskimeyen futbol yazma isteğini de bir nebze olsun tatmin ediyorum…

Bir soruyla başlayalım…

Küme düşen bir takımda ya da küme düşmese bile mağlûbiyetleri seriye bağlayan ve sürekli puan kaybeden bir takımda ilk olarak kim istifa eder?

a-            Malzemeci

b-           Masör

c-            Amigo

d-           Teknik Direktör

Tabii ki doğru cevap d şıkkı ve teknik direktör. Çünkü futbolun yazılı olmayan ama değişmez bir kuralı bu, eğer teknik direktör, mesleğinin yanında azıcık adamlık ve meslek ahlâkı taşıyorsa!

Peki siyâsette de, yazılı olmadığı halde böyle sağlıklı işliyor mu sistem?

Hayır.

Bırakınız üç-beş maç mağlûp olmayı ya da 8-10 puan kaybetmeyi, üst üste 15 sezon küme düşen siyâsî partilerin bile teknik direktörleri yerlerinde çakılı defans durmaya devam ediyorlar, hep önlerindeki sezona bakıyorlar. Takım defalarca değişiyor, malzemeci, masör, şoför ve hatta takımın seyircisi değişiyor, saha kenarında top toplayan çocuklar büyüyor, evlenip çoluk çocuğa karışıyorlar ama siyasetin teknik direktörleri kendileri istemediği sürece yerlerinden edilemiyorlar, buyurun size futbol-siyaset ilişkisi…

Futbolun da aynı siyaset gibi açmazları yok mu, tabii ki var. Meselâ tribünlere oynayan futbolcular. Bir takımın hem en büyük kozlarından birisidir, hem de en büyük handikaplarından.

Tribünlere oynayan futbolcular sahada yaptıkları artistik hareketlerle seyircinin ilgi odağı olmayı becerirler. Seyirci de futbolun olmazsa olmaz bir unsuru olduğuna göre, seyirciyi arkasına alan futbolcular kendilerini güvende hissederler. Doğru dürüst idmana gelmezler. Gece hayatlarına dikkat etmezler. Sağlığa zararlı alışkanlıklarından vazgeçmezler. Eğlence hayatının yıldızları olurlar. Çünkü seyirciler onları ilk on birde sahada görmezse tribünlerden onların isimleri yükselir.

Bu durumda teknik direktörler ve yardımcıları ne yaparlar?

a- Seyirciden korkar ve kadroda tutmaya devam ederler

b- Futbol basınından korkarlar ve kadroda tutmaya devam ederler

c- Kulübün para kaynaklarından korkar ve kadroda tutmaya devam ederler

d- Kimseden korkmazlar ve kadrodan çıkarırlar

Doğru cevap tabii ki d şıkkı ve kadro dışı bırakırlar. Çünkü teknik direktörler için esas olan takımın başarısıdır. Esas olan takımın beraberliğidir. Esas olan takım içindeki huzurdur…

Peki siyasette de böyle mi işler sistem?

Hayır.

Üstelik siyasette yıldız bile olmayan, kabiliyetli bile olmayan, istatistikleri en zayıf, teknikten yoksun, kondüsyondan yoksun, futbol tabiri ile takımın en kazması bile siyâsetin teknik direktörlerini ve yardımcılarını kendi tercihleri dışında karar almaya zoralayabilir ve bunu başarabilir. Bunun için bir Sergen Yalçın olmaları gerekmez, çünkü karşılarında Gordon Milne yoktur…

Gördünüz mü, içimdeki futbol yazarını yaşatmağa devam edebiliyorum.

Önemli not: Bu yazı hayal mahsûlüdür, hiçbir gerçek kurum ya da kişiyle ilgisi yoktur.

Yazarın Diğer Yazıları