Hacı Bektaş-ı Veli’yi tanı kendini tanı

Hacı Bektaş-ı Veli’yi tanı kendini tanı

Hacı Bektaş-ı Velî vefatının 752. yılı. Dün Hacı Bektaş-ı Veli’yi nasıl biliriz, başlığı altında “‘Kıymetler’ ‘esâtirî’ dille anlatılır. Buna ister ‘mitolojik’, ister ‘masalsı’ deyin... Bütün bu adlandırmada ‘abartı’ vardır. Kıymetler yüceltileceği için efsaneleşmenin önü kesilemez. Ancak, ‘esatirî’yi ‘din’ mesabesine getirirsek, ayrışma kaçınılmazdır.” diye yazdım.

“Din” mesabesi, bizi ister istemez ayrışmaya götürür.

Ortak değerlerimiz üzerinde, bir yoruma girmenin faydası yoktur.

Muteber kaynaklar esastır. Dün o kaynaklardan hareketle, Hacı Bektaş-ı Velî’nin fikrî kimliği üzerinde durdum.

Aleviliği Anadolu’da birçok yerde halk içinde araştırdım. Yetmedi, Arnavutluk’a gittim, Mekadonya’ya gittim, Balkanlar’da Bektaşilik esas.

Hacı Bektaş-ı Velî hepimizin bir “kıymet”idir.

***

Araştırdıklarımdan, gördüklerimden anekdotlar aktaracağım:

Hacı Bektaş-ı Velî’den sonra İdris Hoca’nın oğlu Hızır Bali, sonra Resul Bali, oğlu Yusuf Bali, Mürsel Bali ve onun oğlu Balım Sultan sırayla posta oturmuşlardır. Balım Sultan hiç evlenmemiş ve mücerret kalmıştır.

Balım Sultan, Hacı Bektaş-ı Velî’den sonra “ikinci pîr” kabul edilir.

Balım Sultan’ın türbesi Hacı Bektaş-ı Velî Türbesi’nin yanındadır. Hacı Bektaş-ı Velî’nin “yol oğlu” olarak anılır.

Menkabeye göre:

Seyyid Ali Sultan (“Kızıl Deli” lâkabıyla da meşhurdur.) Dimetoka’ya gelir. (Dimetoka, şimdi Yunanistan sınırları içindedir.) Bir Bulgar Kralının kızı bir seccade dokuyarak duvara asmış ve annesine, kim bunun üzerinde dua ederse onunla evleneceğini söylemiş. Seyyid Ali Sultan ve Mürsel Bali bu Bulgar kralının evini ziyaret etmişler. Namaz kılmak istediklerinde duvarda asılı seccadeyi izin almaksızın indirip namaz kılarlarken, kız her ikisinin de kendisinin evlenemeyeceği kadar yaşlı olduğunu görünce seccadeyi çekmiş ve baba-oğul yere düşmüş. Seyyid Ali Sultan, kızın olağanüstü gücünü fark edince, bu gücün kızdan değil, ondan doğacak çocuktan geldiğini anlamış. Bal arayan Mürsel Bali, balı kızın ağzına koymuş. Bakire kız hamile kalmış ve çocuk baldan olduğu için “Balım” denmiş. Çocuğun annesi ölünce Seyyid Ali Sultan Tekkesi’ne alınmış ve 18 yaşına kadar tekkede yaşamış. Tekkede kaldığı odaya bugün dahi “Balım Sultan Dershanesi” denir.

Babası Mürsel Bali’nin vefatı üzerine 1484’te Balım Sultan posta oturmuştur. II. Bayezid, 1499’da onu İstanbul’a davet etmiş, sonra Hacı Bektaş-ı Velî Dergâhı’nın postnişini yapmıştır. (Ölümü: 1516).

Balım Sultan hakkında bir başka hikâye:

Fatih devrinde savaş esiri Sırp kardeş prens ve prenses Dimetoka’da Seyyid Ali Sultan Dergâhı’na getirildiler. Orada yetişip Bektaşî oldular. Dergâhın pîri Sersem Ali Baba Sırp prensesle evlendi ve Balım Sultan dünyaya geldi. II. Bayezid onu, Anadolu’daki Kızılbaşları, Şiî-Safevî tesirinden kurtarmak için Hacı Bektaş-ı Velî Dergâhı’na gönderdi.

Prof. Dr. Mehmet Fuad Köprülü’nün tespitlerine göre: Balım Sultan, ayin ve erkân itibarıyla bazı yenilikler yaptı. Tekkelerin iç teşkilâtını daha sıkı ve muntazam hâle soktu. Bir tekke merâtibesi kurdu.

Balım Sultan’dan sonra dervişler evlenmeyerek mücerret oldular. Yalnızlık alâmeti olarak da kulaklarına demir halkalar taktılar.

Derler ki: Balım Sultan’ın dervişlerinden birini bilmeyerek öldürmüşler. Balım Sultan da alâmet olarak sağ kulağa küpeyi âdet etmiş. Bugün de mücerret kalacak bir dervişin kulağı Balım Sultan Türbesi’nin eşiğinde delinirmiş. Böylece “Pîrin kulağı küpeli kölesi” olunurmuş.

Artık o derviş evlenemezmiş. Balım Sultan zamanında yine evlenen olduğunda, Balım Sultan dervişin küpesini çekip kulağını yırtarmış. “Eski kulağı kesik” deyimi de buradan gelmeymiş.

Bir başka söylenti: Farsça “mengûş” denen küpe, Hz. Ali’nin Düldül’ünün nalı olduğu, Kûfe’den Bağdat’a giderken düştüğü, seyisi Kamber’in alıp kulağına taktığı ve âdetin buradan geldiğidir.

Kul Himmet bir nefesinde küpeyle alâkalı şu bendi söylemiştir:

Dervişleri mengûşelerin takınır / Korkarım ki rakibinden sakınır / Anda Bismillah âyeti okunur / Dervişleri gül göründü gözüme

Pek çok nefeste mengûş (küpe) geçer.

***

Arnavutluk-Tiran’da, Bektaşî dergahında gördüklerimden da bahsetmek isterim. Dikkatinizi çekecektir:

Benim gittiğimde Bakteşîlerin başında dedebaba Reşat Bardi vardı. O sıra Reşat Bardi’yle karşılaşmadım. Yardımcısı ve Korçe Turan Tekkesi’nin babası Baba Mondi’yle karşılaştım, ayak üstü konuştum. Daha sonraki yıllarda onunla Makedonya’da Bekaşîlerin başındaki isim olarak karşılaşacak, eski dost gibi sohbet edecektik. (Dedebaba Reşat Bardi’nin 2011’de vefatından sonra dünyadaki bütün Bektaşîlerin dedebabası olarak Tiran’da postta oturacaktır.)

Turan Tekkesi dikkatinizi çekmiştir. Bu ismin nereden geldiğini öğrenemedim. Baba Mondi de bilmiyordu. Baba Mondi’nin boynunda 12 yıldızlı kolye asılıydı. Teslim taşıymış. 12 yıldız 12 imamı temsil ediyordu.

Bektaşiliğin merkezinde, bizi ilkin özel kıyafetiyle çok genç biri karşılamıştı. Entarili, kalpaklı, boynunda teslim taşı asılı... Ama tacı beyaz. O dervişmiş. Derviş, daha mürit; babadan ders alıyor. Kendisini bu yola adamış.

Bir başkası geldi. Adı Kastrioti. Kastrioti, İskender Bey’in Arnavutçadaki ismi... Türkçe biliyordu.

Kastrioti bina hakkında bilgi veriyor. İçinde bulunduğumuz bina 1926 yılında Kral Ahmet Zagu’nun izni ve yardımıyla yapılmış, sekiz yılda bitirilmiş. O zaman dedebaba Salih Niyazi. Salih Niyazi Türkiye’de Hacıbektaş’ta dünya Bektaşîlerinin dedebabası iken, Tekke ve zaviyelerin kapatılması üzerine kendi memleketine Arnavutluk’a geçmiş ve bu tekkede ikamet etmiş. Yandaki bina ise misafirhane imiş. (Akşamları misafirhanede ağırladılar.) Daha ileride üç kubbeli görülen yer dedebabaların türbeleriymiş.

Duvardaki resimler

Bu arada misafir salonunu inceliyorum. Ortada uzun bir masa... Masasın bir ucunda rahle, üzerinde açık Kur’ân-ı Kerîm...

Salonda bütün duvar dipleri koltuk sıralı. Kapıdan girişte karşı duvarının önünde diğer koltuklardan farklı yeşil bir koltuk konmuş. Bu koltuğun ardında duvarda asılı büyük bir tablo. Kastrioti izah ediyor. İzahına da lüzum yok. Üzerinde Osmanlı harfleriyle yazıyor. Tablo 1947’de Türkiye’den gelmiş. Herhâlde bir Türk Bektaşî yapmış.

Girişte sağda aslanın sırtında elinde yılan tutan Karaca Ahmed Sultan, elinde asası ve tespihi ile Hacı Bektaş-ı Velî, ardında ilk müridi Sarı İsmail tasvir edilmiş bir tablo asılı. Her birinin ismi de üzerinde yazılı. Hicrî 1210 tarihi atılmış.

Girişte soldaki duvarda Kaygusuz Abdal ve etrafında hayvanlar... Bunun tarihi de Hicrî 1263. Yanında Milâdî tarih de konmuş: 1944.

Yeşil koltuğun ardındaki duvarda asılı tablo en büyüğü. Ehl-i Beyt tablosu. Bu tablo da yer alanlar: Hz. Ali, Hz. Hüseyin... ve Hz. Muhammed Mustafa!

Hz. Peygamber’in bir resminin yapılacağı aklımın ucundan geçmezdi. Okur okumaz başımı çevirdim ve tarif edemeyeceğim bir şaşkınlığın içine düştüm.

Bir resim meselesinden dünyada ne hâdiseler oluyor... Burada ise yıllarca bu resim asılı. Akıl almıyor ama gerçek.

-Kastrioti nedir bu?

-Resim değil, minyatür.

Artık bakmıyorum ama bu bir gravür veya bir minyatür değil. Hayalde canlandırılıp yapılmış bir resim.

Kapı yanında da iki tablo. Ebrulu “Ali” adı resmedilmiş. İranlı ressam Hz. Ali’nin şehit edilişini fantazilerini kullanarak çizmiş.

Yine girişte Hz. Ali’nin resmi (Türkiye’de gördüğünüz resimler), Salih Niyazi Dede, Ali Rıza Dede ve Ahmet Myftur Dede (Myftur’da “y”, “u” okunur.), Xhafer Sadık Dede (“Xhafer””de “xh”, “c” okunur: “Cafer”.)

Kâbe’nin resmi, 12 imam yazısı ve Türkçe: “Her nebînin nesli kendindendir. Benim neslim Ali’nin (R.A.) neslindendir.” (Hadis-i Şerif) yazılı.

Bir de müze gibi bir camekân var.

Komünist rejim çok şey alıp götürmüş... Bir halkın binlerce yıllık hayatında bir dönemi kapkara bir bulutla kaplamış. Her şey ideolojiye endekslenmiş ve gerçekler yok sayılmış. Bektaşîlik çalışmaları da 1990’de komünizm yönetim yıkıldıktan sonra yeniden başlamış.

Ertesi günü Dedebaba Reşat Bardi’yle uzun sohbetimiz oldu. Sonraki gelişlerimde de kendisini ziyaret ettim, konuştum.

Arnavutluk’ta Sünnî lider, Diyanet İşleri Başkanı, komünist rejimde 22 yıl hapis yatmış Sabri Koçi’ye Bektaşîleri sormuştum. “Onlar Sadece yer içerler.” demişti.

İkisine de Allah’tan rahmet diliyorum.

Yazarın Diğer Yazıları