Muallim Naci’nin o meşhur sözü, “Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür”. Bugünlerde adeta bir uyarı levhası gibi önümüzde durmalı.

Unutkanlık sadece bireysel bir zafiyet değil, kolektif hafızamıza yapılan sistematik müdahalelerin de bir sonucudur. Türkiye’nin son yıllarda tanıklık ettiği siyasal ve toplumsal dönüşüm süreci, tam da bu unutkanlık zemininde şekillendiriliyor.

Düne kadar kapatılması gerektiği yüksek sesle dile getirilen, aldığı hazine yardımı “vatana ihanete kaynak aktarmaktır” denilerek sert şekilde eleştirilen HDP/DEM’in; bugün meşru bir aktör gibi sunulması, salt politik manevra ya da seçim mühendisliği olarak açıklanamaz. Daha dün “karayılan yakalanınca bin parçaya bölünecek” denilen terör örgütü hakkında bugün sergilenen yumuşak söylem ve davranış değişikliği, çok daha derin, çok daha sistematik bir operasyonunun parçasıdır. Bu dönüşüm; jeopolitik gerekliliklerden çok, kamuoyuyla paylaşılması hâlinde infial yaratacak türden gizli bir toplumsal dönüşüm ajandasının yansımasıdır.

Bu süreçte iktidar, önce seçim atmosferini kendi lehine dizayn etti. Terörle mücadele kisvesi altında muhalefet bloğunu sistematik olarak suçlayarak, vatandaşın zihnine ‘beka’ korkusunu yerleştirdi. Ekonomik kriz, toplumsal çözülme ve kültürel yozlaşma gibi temel sorunlar bu beka söyleminin gölgesinde görünmez hale getirildi. Montaj videoların dahi siyasi söylem aracı olarak kullanıldığı bu dönemde, halkın iradesi adeta algı oyunlarıyla yönlendirildi.

Seçim sonrasında ise, toplumun önüne bambaşka bir ajandanın konduğu görülmeye başlandı. Süslü ifadeler, hamasi nutuklar yerini daha teknik, daha sistematik adımlara bıraktı. Bu adımların ilki, bugüne kadar ‘asla’ denilen konuların birer birer gündeme getirilmesidir.

Öyle ki, yıllar boyunca teröre karşı en sert duruşuyla bilinen kıymeti kendinden menkul çok milliyetçi (!) bir siyasi figürün, Meclis kürsüsünde bebek katili apo’ya yaptığı davet ve özgürlüğüne giden umut hakkı açıklaması ile başlatılan süreç, şu günlerde resmi olarak AKP-MHP-DEM koalisyonuna dönüştü. Bu koalisyona ve sürece yönelik CHP’nin itirazının olmayışı ve Meclis’te kurulan komisyonda etnik söylemleriyle ön plana çıkmış siyasi isimlerle temsil etmesi, Türkiye’nin nasıl bir cenderenin içinde olduğunu açıkca gösteriyor.

Böylesi bir durumda, Mecliste grubu bulunan ve sürece güçlü şekilde itiraz eden İYİ Parti ve lideri Sn. Müsavat Dervişoğlu’nun 3 Ağustos 2025 günü Bursa Osmangazi Meydan’ında düzenlediği ‘Birinci Vazifen’ mitingi son derece önemlidir. Bu mitinglerin yurdun dört köşesinde muhakkak devamı gelmelidir. Yaşananlar millete sahada anlatılmalıdır.

YAKINDA HEDEF İSTİKLAL MARŞIMIZ

İşte bu noktada, “Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan bellidir” sözünü hatırlamakta fayda var. Bugün yaşananlar, ileride karşılaşılacak daha büyük tartışmaların öncüsüdür.

Daha önce de bu sütunlarda ifade ettiğim gibi, milli ve manevi değerlerimize yönelik psikolojik harekâtın adım adım ilerlediği bir süreçten geçiyoruz. Yakın gelecekte bu operasyonların yeni hedefi, doğrudan İstiklal Marşımız olacaktır.

Bazı çevreler çıkıp, “Korkma” diye başlayan bir marşın özgüvensizliği yansıttığını söyleyecek. Sözüm ona modern bir anlayışla, milli marşın “korkusuzca” başlaması gerektiğini iddia edecekler. Hemen ardından “Kahraman ırkıma bir gül, ne bu şiddet bu celâl?” dizesindeki ırk kavramına saldıracaklar. “Irk yok, halklar var” diyerek millet kavramını sulandırmaya çalışacaklar. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını bir çatı kimlik olarak görmeyi reddedip, etnik aidiyetleri öne çıkaran bir söylemle, “Biz Kürdüz, Zazayız,Arabız” diyerek kolektif kimliğimizi parçalamaya kalkacaklar.

Yetmeyecek; “Türkiye” isminin Türk kökünden geldiğini bahane ederek ülkenin adının dahi değişmesini talep edecekler. “Anadolu Federasyonu” gibi yıllardır ıstılıp ısıtılıp ortaya atılan kavramlar üzerinden üniter yapıyı hedef alacak, bölgesel özerklik talepleriyle devleti federatif bir yapıya zorlayacaklar. Asıl hedef, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesini, üniter yapısını ve ortak milli kimliğini ortadan kaldırmaktır.

Bu tablo, yalnızca siyasi bir taktik değil; bölgesel bir stratejinin, daha geniş bir projenin parçasıdır. Türkiye’nin etnik ve mezhepsel eksende bölünmesi üzerine kurulu senaryolar, uzun süredir çeşitli kanallar aracılığıyla gündemde tutulmaktadır. Bugün yaşananlar, Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) son sahnesine doğru ilerlediğimizi göstermektedir. Türkiye ya bu senaryoyu bozacak iradeyi ortaya koyacak ya da kendi eliyle bu dönüşüme ortak olacaktır.

Bu noktada, her vatandaşa düşen görev açıktır: Belleğimizi taze tutmak, olan biteni unutmamak, sorgulamak ve yaşananlara itiraz etmektir. Çünkü tarih, sadece yazanların değil, hatırlayanların da eseridir. Sessiz kalmak, yarının şekillenmesine seyirci kalmak demektir.

Ve unutmayalım ki, bir millet hafızasını kaybederse, geleceğini de kaybeder. Önce hafızamıza sonra da vatanımıza sahip çıkalım.