Hangi din? Nasıl din? (1)

Hangi din? Nasıl din? (1)

İktidar “din” üzerinden yürüyor. Şu soruyu sormadan edemeyeceğim: Ama hangi din? Elbette sorum İslâm ve diğer dinleri dair değil... “İslâm” içinde ayrışmaya dair.

Yeni hükûmeti kurduklarında, bakanlıklarda bakan yardımcılarının hepsini değiştirirken, Millî Eğitim Bakanlığı’nda bir bakan yardımcısını -Nazif Yılmaz’ı- yerinde bırakıyorlarsa, ne yapmak istedikleri anlamak hiç de zor değildir.

Yerinde bırakılan o bakan yardımcısını, daha önce isim vermeden işaret etmiş ve bir araştırın bakalım, demiştim. O zat sözüne imam hatiple başlar, imam hatiple bitirir ve bütün mekteplerin imam hatip olması hayaliyle icra-i faaliyet gösterir.

Nazif Yılmaz bakan yardımcısı olmadan önce 2014-2022 yılları arasında Millî Eğitim Bakanlığı Din Öğretimi Genel Müdürü idi. Tam sekiz yıl! “Kinli” dönemlerde imam hatip okuyor, sonra ilâhiyat. Doktorası da ilâhiyat sahasında.

“Kinli dönem” derken... Belli kesimlerin imam hatiplere farklı gözle baktığı, ilâhiyat dışında bir başka okulda okumak isteyenlerin, diğer liselerde fark dersleri vermeleri gerektiği dönemi kastediyorum. O dönemde imam hatipliler, kendileri dışlanmış görürler. İçlerinde öfkeyi biriktirirler, intikam için gün sayarlardı. Ne yazık ki haklıydılar.

Şunun için haklıydılar: İmam hatipler açılmışsa, zoraki açılmıştır. Hiç kimse, hele CHP’liler, 1950 yılı öncesini kastederek “CHP Şemsettin Günaltay başbakan yaptı, imam hatipleri açtı.” gibi bir övünce girmesinler. Mecburiyet siyasîleri imam hatip açmaya zorlamış, ama öylesine.

Geçmişte Edebiyatımızda İsimler kitabını üzerinde çalışırken, bir yazar arkadaşıma, biyografini gönder, demiştim. Israrla imam hatipte okuduğunun kitapta yer almamasını istemişti.

28 Şubat Örtülü Darbe evresine hiç girmeyelim... İçimiz sızlıyor. İmam hatipleri neredeyse sıfırlayacaklardı.

Başından beri imam hatip mektepleri, ilâhiyat fakülteleri, ihtiyaç için değil; “kin” için ya açılmak ya da yok sayılmak istenmiştir.

Din varsa öğretilmesi de gerekir. İmam hatiplerde ve ilâhiyat fakültelerinde okumanın manası başka... Dini öğretmek için, ki dini öğretmek şart, diğer okullara da ders konur, ilâhiyat mezunları hoca yapılır. Mesele budur. Hayır öğle değil; “Zamanında bize çok çektirdiler. Bizi dışladılar. Biz iktidara geldiysek, herkesi imam hatipli olacak, Herkes ilâhiyat okuyacak...” modu Türkiye’yi nereye götürür!

Açık söyleyeyim... Maksat dini öğretme değil. Din üzerinden yeni “kaideler” belirlemektir.

Asıl varılacak noktaya bakalım... Çizilen bu yol bizi nereye götüreceği belli. Sakın İslâm çizgisi demeyin. Bilin ki, bu yol bizi dinin erdemine değil, dinin yozuna götürür.

“Sultan”a inkıyattır. Maalesef din anlayışı budur!

***

Muaviye’nin iktidar hırsına, kurucusu olduğu Emevî saltanatı meselesine boşuna girmiyoruz.

Muharrem ayında, kimimiz kutluyor, kimimiz hüzünleniyor, kimimiz dövünüyorsak “din” ve “iktidar” anlayışı üzerinde de durmak gerekir.

Emevî saltanatının kurucusu Muaviye bir tarafta, Hz. Ali bir tarafta, oğulları Hz. Hasan, Hz. Hüseyin bir tarafta...

Ayrışmanın Hz. Peygamber’in vefatının ardından başlaması manidar değil mi?

Hz. Ebubekir nasıl halife seçildi? Sonrası seçilen Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali niçin ve nasıl öldürüldü? Şimdilik üzerinde durmayacağım.

Hadis meselesin vuzuha kavuşturmak lâzım. Emevîler-Ehl-i Beyt çekişmesinde uydurulan hadislerin sayısını bile sayamazsınız!

Tarihçi Doç. Dr. Mustafa Şahin’in gönderdiği notta “Hadise çok mesafeliyim. Bir hadisi, Kur'ân hükümleriyle çelişiyor mu? diye değerlendirmek lâzım.” sorusunu sanırım, meseleleri bilen çok insan soruyordur. M. Şahin Hocanın şu notunu ekleyeceğim:

“Emevîler iktidara gelince; saltanatlarını kutsamak için o kadar hadis uydurtmuşlar ki... Fakir sahabelerin fukaralığını istismar etmişler, para karşılığı Emevîleri öven hadisler güya rivayet ettirmişlerdir. Bunların en barizi İstanbul seferine çıkarken İstanbul'u alacaklarına dair o kadar yüksek bir ego patlaması var ki işte o bilinen ‘İstanbul'u fetheden ne büyük kumandan, ne büyük asker’ uydurma hadisini ihdas etmişlerdir. İslâmiyet akıl dini madem, fetihten bahsediyoruz (ona da itibar etmemek lâzım ama) İstanbul'un Roma'dan fetih üstünlüğü açısından ne farkı var. O zaman "Roma'yı, Viyana'yı, Londra'yı, Paris'i, Kuala Lumpur'u fetheden komutan ne güzel komutandır" mı diyelim?”

***

“Gericiler”, “ilericiler” meselesini bir tarafa bırakalım. “Din” deyince “gerici”, yaftası yapıştıranların tavrı, dini yozlaştıranlara değil; doğrudan dinedir. Kullanacağımız sıfatlara dikkat etmeliyiz. “Gerici” derken, tavır doğrudan dine ise, açık söylenmelidir.

Meseleleri netleştirmeliyiz. Daha yazacağız.

Yazarın Diğer Yazıları