Her yerde çürüme

Hatırlayın! İçinde onlarca devleti barındıran ve hepsinin etrafını, sınır kontrolleriyle “Demir perde” ile çeviren koca Sovyetler Birliği dağıldı. Avrupa’dan Asya’ya koca bir coğrafyaya hükmediyordu.

Güçlü ordulara sahipti.

Uzay teknolojilerinde ABD ile yarışıyordu.

Savaş uçağından yolcu uçağına kadar tüm hava araçlarını üretmekteydi.

Otomobil sanayisi de vardı.

Ama çöktü ve dağıldı?

Peki, neden?

Çünkü ekonomisi iyi değildi.

Ekonomisi neden iyi değildi?

Çünkü ekonominin kararlarını, tek merkez veriyor, piyasa tümüyle devletleşmişti. Politbüro mantığı ile ekonomi arasında bir ilişki (korelasyon) vardı. Tekçi monolotik bir sisteminin tıkandığı yer burasıydı.

Dünyanın garip cilvesine bakar mısınız? Her şeyi, bütün evreni, evrendeki tüm değişmeleri, madde ve maddedeki değişmelere bağlayarak açıklayan Marksizm’in, materyalizme temel teşkil eden ekonomi ve ekonomideki değişmeler, bu tezi kendine felsefe edinen Sovyetleri, tam da aynı noktadan vurmuştu. Sen her bir gelişmeyi ekonomiye bağla ve açıkla, sonra da gel, ekonomik çöküşe bağlı olarak dağıl gitsin.

İlginç!

Neyse, konuya buradan devam etmeyeceğim. Asıl meselem, bizdeki çöküş ve çözülüş. Gerçi Osmanlı borçlanmaları ve sonrasında devletin iflasını, ardından ‘Galata Bankerleri’nin gelip koskoca imparatorluğun hazinesine çöküşünü de hatırlatabilirdik, ama Sovyetler de ekonomik çöküşe verilebilecek en iyi örneklerden biriydi.

Sovyet Politbüro yönetimi nasıl kendi öz felsefesi olan materyalizme rağmen devleti batırdıysa, bizdekiler de “Osmanlıcılık-Abdülhamitçilik” örneklerine rağmen ekonomiyi bile bile batırdılar.

Halk çaresizlikten kıvranırken, yöneticiler, İHA ve SİHA’larla, yeni anayasa önermekle, Fetövari örgütler, DEM vb. üzerinden toplumu yönetmeye çalışmaktalar.

Hâlbuki yönettikleri ülke mali sıkıntı içinde. Borçlanmada, enflasyonda, özgürlüklerde, insan haklarında, adalet ve bağlı olarak hukuk düzeninde, Türkiye’yi dünyanın en gerisine düşürdüklerini görmezden geliyorlar.

Bu arada Türkiye, doğurganlık oranında tarihin en büyük düşüşünü yaşıyor. İstatistikler, Türklerin geleceğinin tehlikede olduğunu söylüyor. Yaşlanan ve yaşlandığı için de iş gücünü kayıp edecek bir ülke olma yoluna doğru hızla ilerliyoruz. Bunun bir başka anlamı da şudur: Ülkeyi yönetenler, tıpkı ekonomiyi bozdukları gibi, nüfus artış sistemini de bozdular. Ancak bunun doğal bir sonuç olduğunu anlatmağa çalışıyorlar. Hâlbuki hiçbir şey (doğal bile olsa), nedensiz olamaz. Her olay ya da olgunun bir nedeni ve bu nedene bağlı sonuçları vardır.

Nüfusla bağlantılı bir diğer olgu da eğitimdir. Eğitim sistemi, ülkenin geleceğini karartma üzere kurulu hâle getirildi. Düşünün, bir ülkede hayata gözlerini açan her bir bebek, büyüdüğünde okula gidecek ve bu okul onu hayata hazırlayacak.

Öyle değil mi?

Öyle.

Peki, bu öğrenci ilkokuldan başlayınca hiç kesintiye uğramadan doğruca hangi adrese varacak?

Üniversiteye.

Onu da anladık.

Herkesin üniversite diplomalı olduğu bir ülkede, mezunlar nasıl diplomasına uygun iş bulacak?

Bulamayacak?

Çünkü her bir diplomanın karşılığı olarak iş, o işe uygun sektör yok. Olması da mümkün değil.

Başka?

Yüksekokul ya da yükseköğretim demek, nitelikli iş gücü demektir. Ama bu ülkenin yahut adı ne olursa olsun bütün ülkelerin, ara işleri yapacak insanlara ihtiyacı vardır. Ülke bunları nereden karşılayacak?

Kendi eğitilebilir nüfusundan.

Nasıl yapacak?

Ekonomiye bağlı olarak, gelişmeyle paralel akılcı bir planlamayla.

İşte kriz tam da burada başlıyor.

Plansız, ekonomiyi hiç dikkate almadan, rastgele üniversite açarak yetiştirdiğiniz, diplomalı, milyonlarca genç işsize, siz diyorsunuz ki, “Ben her birinizi devlet bünyesinde işe alamam, gidin başınızın çaresine bakın.”

Onlar ya da biz de diyoruz ki: “Ama iktidarların görevi iş gücü yaratmak, ekonomiyi buna göre planlamak ve insanlarını istihdam etmek değil mi?”

Bu sorunun cevabı var mı?

Konuyu toparlayalım. Tarih bize, Osmanlı ekonomi yönetimi geçmişimizle, devletimizin kasasına alacaklıların nasıl çöktüğünü çok net olarak gösteriyor.

Ders almadık.

Aynı şekilde yine tarih bize, salt medrese eğitimiyle, bir devletin geleceğinin kurulmayacağını da apaçık gösterdi. Tanzimat’ı, reformları neden yaptığımızı hatırlayın. Ondan da ders alan yok.

Çürüme bir yerde değil her yerde ve yaraya merhem sürecek kimse yok.

Yazarın Diğer Yazıları