II. Meşrutiyet’ten III. Meşrutiyet’e: Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi (1)

23 Temmuz 1908 İkinci Meşrutiyet’in ilân edildiği gün. 115. yılındayız.

II. Abdülhamit’e II. Meşrutiyet’i İttihat ve Terakkîciler ilân ettirdiler. II. Meşrutiyet, II. Abdülhamit’i tahtından etti.

Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya, II. Meşrutiyet için: “Sultan Hamit'i deviren hareket, özü bakımından yerlidir. Üslubu bakımından Balkanlıdır. Kılıfı ise Osmanlıdır.” der ve şöyle devam eder:

“Geleceği planlamadan, Fransa'dan ödünç alınan onun bile unut­tuğu çağdaşlığını yitirmiş bir ideoloji ile kurulu düzeni yıkmak...

İttihat ve Terakki kuşağının en büyük eksiği ve başarısızlığı da bu olguda saklıdır. Abdülhamit rejimi otuz yıllık bir dönemde, kendi kendisini yıkma olanağını vermiştir. Ne var ki yerine konu­lacak rejimi kurma gücünü vermemiştir. Yeni emperyalist politika­lar bu yönde istibdatçı yönetimin en büyük desteği olmuşlardır.

Jön Türkler, yurtsever ve yıkıcı oldukları halde yapıcı ve kurucu olamamışlardır. (...)

Geri kalmış -ya da bıraktırılmış- toplumu kurtarmak birkaç haf­talık iş değildir. Devleti kurtaranlar toplumu da kurtardık sanırlar. Bunun çok zor, uzun vadeli bir iş olduğunu anladıkları gün, aşağı­lık duygusuna kapılmamalarına olanak yoktur.

İttihat ve Terakki, geri kalmış bir toplumun karşısına kurtarıcı olarak çıktığı gün, yenilmeye başlamıştır. Sorunun daha ilginç yö­nü, toplum kendisini anlamamış, kamuoyu desteği uzun sürmemiştir. Meşrutiyet insanları, yaratıcılıklarını yitirmiştiler. Gerçi Kanun-i Esasî'yi unutmamışlardı, fakat özgürlükçü rejimin, kalkındırıcı akımlardan yoksun ve ruhsuz bir mekanizma ile kurulamayacağını bilememişlerdir.

‘Az bilgi, çok kin’le istibdat rejimini yıktıkları zaman, kendileri­ni anarşik bir çoğulculuk içinde bulmuşlardır.

Osmanlı İmparatorluğu'nda oluşan hürriyet edebiyatı ve fikir akımları genel çizgileriyle ve gerçek içtenlikleriyle bir yakınma, suçlama ve övgü sınırları içinde gelişmiştir. Her aşamada, bir uçtan öbür uca kolaylıkla kayan insanlar, kimi zaman göklere çıkartıcı övgülerde, kimi zaman da yerin dibine batıran lanetlemede ustalık göstermişlerdir.” (Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasi Partiler, C. 3; İttihat ve Terakki Bir Çağın, Bir Kuşağın, Bir Partinin Tarihi, Genişletilmiş 5. bs., İletişim Yayınları, 2001, s. 47-48).

***

Yukarıdaki satırları okurken aklınıza, yeni rejim değişikliğimiz gelmiyor mu?

Son cümle aynısının tıpkısı yeni rejime savruluşumuzun öz ifadesidir. Bir daha okuyalım:

“Her aşamada, bir uçtan öbür uca kolaylıkla kayan insanlar, kimi zaman göklere çıkartıcı övgülerde, kimi zaman da yerin dibine batıran lanetlemede ustalık göstermişlerdir.”

“Tek adam” rejiminde övgüde ve yergide sınır yok.

Meşrutiyet’te padişah mı dersiniz, kral mı; buyrukçu yönetici var. Krallık rejiminde, ayrı, bir de meclisi bulunuyor. Kral/padişah dirayetliyse, Meclis-i Mebusan’ı lehine kullanabilir. Der ki; işte halkın temsilcileri seçilip geldiler... İstedikleri kanunu çıkarabilirler veya muhalefet çıkarmalarına izin vermez.

Diyeceksiniz ki, senin elinde sonsuz yetki var: Kararname yetkisi. Gece yarısı kararnamelerini Resmî Gazete’de yayımlıyorsun, dediğin yine oluyor. Eften püften konular ise, dışarıya karşı demokrasi cilâsı!

Padişah sarayı Dolmabahçe’yi andırır -“Külliye” örtüsü çekilse bile, herkes biliyor ki Saray- Beştepe Sarayı’nda ikamet, TBMM dışından kendi bakanlarını teşekkül ettirme, birçok çevrenin “Propaganda Bakanlığı” diye adlandırdığı İletişim Başkanlığı’nın rejimi “temize çıkarma” müdahaleleri, RTÜK’ün “susturucu” rolü, -mahkemelerin hâlini hiç söylemeyeyim- dikkate alındığında nasıl bir rejime evrildiğimizi çok açık görürüz.

***

Biz Batı’ya bakarak yön çiziyorduk. Yeni rejime geçişle, geriye dönük hamlelere başladık. Adı padişahlık olmasa bile “halifelik” de dâhil aynı yetkilerle donanabilir miyiz arayışı içinde III. Meşrutiyet durağı “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”ne geçmediğimizi kimse söyleyemez.

1789 Fransız İhtilâli, Avrupa’yı tanıyanları, Avrupa’ya gidip gelenleri uyandırmış, “Bizde neden bir meşrutî yönetime geçilmesin.” fikrini yerleştirmiştir. “Cumhuriyet” rejimi tartışmaya açık değildi; ancak, “Meşrutiyet”e ulaşılabiliniyordu. Neticede II. Abdülhamit, iktidarının ilk yıllarında, 23 Aralık 1876’da, Kanun-i Esasî’yi ilân etmek mecburiyetinde kaldı. Meclis-i Mebusan kuruldu. I. Meşrutiyet’e böyle geçildi. Ancak ömrü fazla sürmedi. 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı (93 Harbi) yenilgisinin hemen ardından Abdülhamit, Meclis-i Mebusan’ı kapattı, I. Meşrutiyet’i beklemeye aldı.

I. Meşrutiyet’in ilânında “Jön Türkler” diye bilinen Genç Osmanlılar’ın rolü büyüktü. II. Meşrutiyet’i ilân ettirenler de ilk Jön Türkler, Genç Osmanlılar’ın devamı diyebileceğimiz İttihatçılardır.

***

Sanırım, “Meşrutiyet” ile “Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi” arasında ilk bağlantıyı biz kuruyoruz.

(Tartışmaya devam edeceğiz.)

Yazarın Diğer Yazıları