İş bölümü
TRT Genel Müdürü sıfatı ile TRT Farsça konusunda konuşan Sayın Sobacı demişler ki “Fars’ça yayınla İran’ı rahatsız etmek zorundayız”. Neden peki? Orası meçhul. İran’ı rahatsız edersek acaba elimize ne geçecek? Ya da dünyada şu anda İran’ı en çok rahatsız etmek isteyen ülke hangisi acaba?
Bütün bu soruları düşünürken aklıma takıldı Sayın Genel Müdür kimdir diye bir baktım, kendisi 28 Şubat yasaklısı Tokat Milletvekili Bekir Sobacı’nın oğlu, Mehmet Zahid Sobacı. Kendisi ile ilgili açık kaynaklarda yer alan bilgilere göre 1980 doğumlu, Uludağ Kamu Yönetimi bölümünden mezun. 2018-2021 yılları arasında İletişim Başkanlığı Başkan Yardımcısı, 2019’da Basın İlan Kurumu Yönetim Kurulu Başkanı. 14 Temmuz 2021’den beri de TRT Genel Müdürü olarak görünüyor. O arada da 2020 yılında Profesör oluyor.
Buralarda size garip gelen şeyler olabilir, eskiden bana da garip geliyordu, ama aynı anda bu kadar çok şeyi yapabilen ve hepsinde aynı zaman dilimi içinde başarılı olan insanları hatta bazı aileleri bile görüp tanıyarak dehanın nasıl bir şey olduğunu kavramış biriyim artık şükür ki.
Lakin hâlâ İran’ı neden TRT yayınları üzerinden rahatsız etmemiz gerektiğini anlamadım. Yukarıda da belirttiğim üzere şu an hükûmetimizin politikasına biraz dikkatli baktığımızda İsrail’in düşmanı bizim dostumuz olmalı. Yani en azından ben öyle anlıyorum durumu. Ama sanırım yanlış anlıyorum, hadi dostumuz olmasın diyelim, en azından görünürde İsrail’in düşmanı olan bir ülkeyi yani İran’ı şu aralar rahatsız etmenin bize ne faydası olabilir ki? Bu konuda aydınlatılmayı çok isterim ama biliyoruz ki mesele bu değil.
Mesele mütemadiyen farklı kişiler üzerinden farklı düşmanlıkları dile getirerek, sanki bunlar birbiri ile hiç çelişmiyormuş gibi yaparak toplumun farklı kesimlerine mesajlar vermek. Allah için bu konuda bu kadar başarılı olabilmek de oldukça zor ve ancak bu anlayışın başarabileceği bir şey.
Yani aynı anda hem İran’a, hem İsrail’e rahatsızlık vermeyi deneyecek kadar büyük ve güçlü olduğumuza hem de İsrail’in bize saldıracağı şeklinde bir endişe duymamız gerektiğine dair şüphe etmememiz ancak bu seviyede bir üst düzey algı ile sağlanabilirdi.
İşte bölgemizde yaşananları İran’ı rahatsız etmemiz gerek, derin analizi üzerinden izah eden bürokrasi orada vazifesini yaparken, içeride de yine, yeniden gündeme gelmesi muhtemel çözüm süreci üzerinde siyaset kanadı ittifakını genişletmenin hamlelerine girişiyor.
Anayasanın çekiştirilip durulmasına alışkın bir toplum hâline gelmiş olsak da 12 Eylül kalıntısı olarak hepimizin rahatsızlık duyduğu birçok maddesi defalarca değiştirilmiş ama ne hikmetse hâlâ olmamış olan Anayasa değişikliği konusunda da baklalar artık yavaş yavaş ağızdan dökülmeye başlıyor
İktidara geldiğinden beri defalarca anayasa değişikliği yaparak demokratikleştiren hükûmet, bir kez daha hepimizi demokrasiye boğmak adına anayasa değişikliğine gitme önerisi getiriyor. Önce ahmağa anlatır gibi anlatan HÜDA PAR Genel Başkanı sadece 4. maddeyi kaldırsak yeter demişti. Hâlâ anlamayanlar için de Sayın Numan Kurtulmuş izah etti durumu:
Kurtulmuş, "Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü" tabirinin de değişmesi gerektiğini söyleyerek, "Devletin ülkesi olmaz. Devletin milleti olmaz. Bu metin, 'Milletin devleti ve ülkesiyle bölünmez bütünlüğü' şeklinde ifade edilmelidir. Bu seçkinci, devletçi anlayışın da yeni anayasada milletin gücü üzerine yükselen bir devlet anlayışıyla yeniden ele alınmasının önemli olduğunu düşünüyorum" diye konuştu.
Aslında benim gibi sıradan ölümlüler açısından tek seferde anlaşılması zor bir metin olsa da birkaç kez üst üste okuduğunuzda devletin ve milletin de ayrıca tanımlanması gerekecek gibi duruyor. Bir taraftan açılım süreci üzerine gerek kalmayacak “normalleşme” hamleleri üzerinden konu çekiştirilirken bir taraftan da millet kelimesinin etimolojisi üzerine kafa yormamız gerekebilir her an. Zaten millet kelimesinin asıl kastının ümmet olduğu kelimenin ‘nation’ kelimesinin karşılığı olmadığı gibi bilimsel açıklamalara da hazırlıklı olmak lazım galiba.
Mevzu uzun ama memleketin zamanı o kadar uzun değil gibi görünüyor. Sayın Kurtulmuş’un muradı belli ve fakat anlaşılması zor bu açıklama ile kafaları karıştırarak asıl amaca doğru yürüme niyetini ifşa ettiğini düşünüyorum. Buna en sert cevabı vermesi gereken siyasilerin büyük çoğunluğu ise muhtemelen şu an Kurtulmuş tarafından kurulan cümlenin şifrelerini çözmek ile meşguller. Buna rağmen o şifrelerle hiç uğraşmayan ve anayasanın 3. maddesini hatırlatarak karıştırılmaya çalışılan o akıllara net mesajlar verenler de olmadı değil. Mesela Ankara’nın başkent oluşu ile ilgili paylaşımını Anayasa’nın 3. maddesi ile bitiren Mansur Yavaş da tam olarak ne dediği anlaşılmayan Sayın Kurtulmuş’u aklından geçenlerden kurtulmaya davet etmeyi denedi.
Neticede iktidar bir şekilde iş bölümü yapmış ama bu işlerin birbiri ile çeliştiği gerçeğini ne yazık ki değiştirmiyor.