İstikrar istiyorsak kurumsal devlete dönmeliyiz
İdeoloji tek hedeflidir. Söz gelimi “Solda Devrim”, “İslamda Dava” toplumsal fayda -maliyet hesabı yapmaz. Bu nedenledir ki Sovyetlerde halkın 70 yılı kayboldu. Yine bu nedenlerle Afgan halkı ve İran halkı eziyet çekiyor.
Kurumsal devlet, iktidarların değişmesi ile değişmeyen, katılım, denetim ve şeffaflığa sahip, liyakatın esas olduğu ve gücünü halktan alan bir devlettir. Aslında derin devlet de ülkenin bekasını ve halkın refahını önde tutan devlet anlamında kullanılmalıdır.
Refah devleti işlevini de ancak kurumsal devlet yapar. Söz gelimi refah devletinde okul ücretsizdir ve hastaları tedavi etmek devletin görevidir. Devlet, işsizlere ve az gelirli kişi veya ailelere gelir sübvansiyonu sağlar. Aynı şekilde devlet kendi evini satın alamayacak ve özel kiralık ev piyasasındaki yüksek kiraları veremeyecek kadar fakir olanlara, ya sübvansiyon olarak ev kirası verir, ya da ucuz kamu malı kiralık ev yapıp bunları maliyet altında kiralar. En iyi sosyal refah devleti örneği İskandinav ülkeleridir.
Peter B. Evans’ın tespitlerine göre, 1970’lerde kalkınmayı hızlandıran devlet tipine sahip olan Japonya, Güney Kore ve Tayvan gibi ülkeler, liyakata dayalı bürokrasi sayesinde sanayileşmelerini ve kalkınmalarını tamamlamışlardır. (Peter B Evans; Embedded Autonomy: States and Industrial Transformation, Princeton University Press.)
Bu ülkelerde bürokratlar hem eğitimli, uzman ve yetenekliler arasından seçilmiş, hem de yüksek maaşlar verilerek, siyasilerin ve çıkar gruplarının etki alanı dışında tutulmuştur.
Aslında, Japonya ve Güney Kore gibi ülkelerde tarihsel anlamda var olan geleneksel saygın devlet anlayışı, özerk bir bürokrasi oluşturmaya da imkân sağlamıştır.
Peter B. Evans, kalkınmayı hızlandıran devletlerin zıddı olarak Zaire gibi bazı Afrika devletlerini “Yağmacı Devlet” olarak vasıflandırmıştır. Yağmacı devletler sermaye birikimine destek olmadıkları gibi mevcut ülke kaynaklarına da el koyarlar.
Bu iki zıt kutup arasında kalan ve “ara durum” olarak vasıflandırdığı Brezilya’da devlette liyakat esası yoktur. Cumhurbaşkanı binlerce kamu personeli atamasını kişisel tercihleri ve bağlantıları vasıtasıyla yapar.
Türkiye’de de son 20 yılda devletin kurumsal yapısı zedelendi.
1. Paralel devlet, devletin kurumsal şifrelerini bozdu.
AKP iktidarı önce Fetullah Gülen cemaatinin vesayeti kaldırmak bahanesi ile orduyu kontrol altına almak amacına bilerek veya bilmeyerek destek oldu. Ergenekon gibi sahte davalar açılmasına, askeri ve sivil okullarda soruların çalınmasına, devlette paralel devlet kurulmasına izin verdi. Devletin kurumsal şifrelerinin bozulmasına seyirci kaldı veya ses çıkarmadı.
2. Hukuk ve demokrasinin askıya alınması devleti zayıflattı.
İnsanların toplum haline geçmeleri ile devlet gereksinimi de ortaya çıkmıştır. İbn Haldun devleti “Kabilelerden başlayarak, millete kadar varan her insan gurubu aynı zamanda toplumdur. Fakat her toplum bir devlet değildir. Çünkü devlet, idari, hukuki, ve siyasi kurumların meydana getirdiği bir siyasi bütünden oluşmaktadır.” diye tarif etmiştir. (Musa Ağgül, İnb Haldun Toplum Devlet ve Medeniyet Tasarımı, İstanbul ,2019)
Hukuki ve demokratik alt yapı olmadan devlet olmuyor. Hristiyan filozof ve tanrıbilimci Aurelius Augustinus, (Aziz Augustinus; 354-430) “Adalet olmayınca devlet büyük bir çeteden başka nedir ki ?” diyor.
Bana göre devlet ve demokrasi birlikte gelişirse, halk devleti oluşur. Zira devlet gücü ile demokratik haklar teminat altına alınır.
3. Devlet parti devleti oldu.
Cumhurbaşkanı hem parti genel başkanı hem de yürütmenin başı olunca, devlet de otomatikman parti devleti oldu.
Türkiye’de devlet 1923 sonrası kuruluş yıllarında da parti devletiydi. Ancak devletin kurumsal yapısı devam ediyordu. Devlette kadrolar liyakat esasına göre dağıtılırdı. Kamu kaynaklarının dağıtımında popülizm yoktu. Tek parti devleti Birinci Sanayi Planı ile 1933-1938 yılları arasında hedefin üstünde kamu altyapı yatırımı yaptı. İkinci Dünya Savaşı koşullarında CHP partizanlık yapmadı.1946 seçimlerinde de demokrasiye geçilmesini sağladı.
Dahası o dönemde kuruluş şartları içinde eğer çok partili bir düzen olsaydı, yine popülizm ön plana çıkardı ve Türkiye’nin imarı ve devrimleri yapmak imkânı olmazdı. Tam demokrasi de popülizmi önler ve fakat Osmanlıdan sonra demokrasiyi kurmakta kolay olmadı. CHP aksak demokrasi devraldı. Zaten DP’den itibaren din popülizmi ön plana çıktı ve sorun 1958 dış borçlarda moratoryuma kadar gitti.
4. Devlet dışlandığı için ekonomik istikrar dikiş tutmuyor.
Piyasanın etkin çalışması için, marjinal sosyal faydanın marjinal sosyal maliyetin üstünde olması veya eşit olması, negatif dışsallıkların olmaması gerekir. Ama AKP planlamayı kaldırarak, devleti günübirlik politikalarla yönetti. Bugün yaşadığımız istikrar sorununun temelinde siyasi iktidarın bu yanlış anlayışı var.
Eğer istikrar ve refah istiyorsak, Kurumsal Devleti yeniden kurmak zorundayız.