Kalemle kılıcın yahut akılla irfanın izdivacı

Kalemle kılıcın yahut akılla irfanın izdivacı

Recâîzâde Ahmet Cevdet''in "Nevâdiru''l-Âsâr" (Bulak, 1256/1840) adlı beyitler antolojisini karıştırırken "kalem ile kılıç"ın, yahut "akıl ile irfan"ın bir arada bulunamayacağını yani kalem erbabında kılıcın, irfan sahibinde de dünyevî aklın olmayacağını ifade eden beyitlere rastladım. Bu tespitler ne ölçüde doğrudur acaba? Konunun tartışılması sanırım faydalı olacaktır.

İbn Kemâl (ö. 1534) diyor ki:

"Elvermedi mekkâre-i dünyâ diye ey dil//Âvâre olup eyleme ızhâr-ı telâşî//Cem eylememiş meclis-i âlem kurulaldan //İrfân ile bir yerde Hudâ akl-ı meâşı"

(Ey gönül, hilekâr dünya birtakım maddî imkânlar vermedi diye telaş etme. Dünya kurulalıdan beri Allah dünyevî akılla irfanı bir yerde toplamamıştır.)

Aynı anlamda Nâilî''nin (ö. 1666) bir beyti de şöyle:

"Hikmetinde ben de hayrânım ki yok cem eylemiş//Meşreb-i irfân ile akl-ı meâşı bir yere."

(Ne hikmetse irfanla dünyevî aklı [akl-ı meâş]  bir yere getirmiş yok.)

Akıl

Bizim kadim kültürümüzde akıl "meâş ve meâd" olmak üzere iki kısımda ele alınırdı.

Akl-ı meâş: Dünya işlerini yapıp eden, çekip çeviren akıl.

Akl-ı meâd: Âhiret işlerine taalluk eden akıl.

Yukarıda beyitlerini sunduğumuz İbn Kemâl ve Nâili, bir kişinin hem dünyevî akla (akl-ı meâş) hem de uhrevî akla (akl-ı meâd) sahip olamayacağını yani dünya kuruldu kurulalı bu iki aklın bir araya gelmediğini söylüyor.

İfrat ve tefrit

Tabii ki şairlerin söyledikleri bir tespittir. Bu, dünyevî akılla uhrevî aklın hiçbir zaman bir araya gelmeyeceği anlamına gelmez. Ne var ki bugüne kadar işler hep böyle gitmiş. Diğer bir ifade ile sosyal hayatımız hep ifrat ve tefritlere sahne olmuştur. Bazılarımız, bana dünya evi gerekmez, ben ahirette ev sahibi olmak istiyorum diyerek çoluk çocuğunu aç ve açıkta bırakmış, bazılarımız da dünyaya dört elle sarılarak ahireti unutmuş. Bir türlü orta yolda yürümeyi, akıl ile irfanı tezviç etmesini becerememişiz. Bu yüzden, dün olduğu gibi bugün de dînî ve içtimâî hayatımız hep uçlarda savrulmaktadır.

Kalem ve kılıç

Girişte işaret edildiği üzere "Nevâdiru''l-Âsâr"da dikkatimizi çeken bir başka husus da Kâmî''nin (ö. 1724) kalem ile kılıcın bir kişide pek toplanmadığını ifade eden beyti olmuştu:

"Adl-i cihana seyf ile oldu behem kalem//Vermez zamâne herkese hem seyf ü hem kalem." 

(Cihana adalet kılıç ve kalemle beraber gelir. Ama herkeste hem kalem hem kılıç olmuyor.)  

Burada kalem bilgiyi, kılıç da maddî gücü temsil ediyor. Yeryüzünde adaletin hâkim olabilmesi için yöneticilerin hem güçlü (kılıç), hem de bilgili (kalem) olması gerekiyor. Lakin gel gör ki yöneticiler eskiden beri "cahil cesurdur" mefhumunca hep cahillerden olmuştur. Maalesef yöneticilerde liyakat değil, cesaret aranmıştır.

Şair İzzet''in dediği gibi -ne yazık ki- devlet yönetiminde liyakat aranmaz. Bilgili ve zeki iseniz bu, sizin için bir dezavantajdır:

"Kuvvet-i talihe bak istemez istidadı//Mansıb-ı devlete nâkâbil ü kâbil birdir."

***

"Mâni-i devlet olur âdeme ifrât-ı zekâ//Câh-ı ikbâlde mecnûn ile âkıl birdir."

Velhâsıl; unutmayalım ki başımıza ne geldiyse hep ayrılık gayrılık yüzünden gelmiştir. "Kalem"le (bilgi) kılıcın (güç), akılla irfanın bir araya gelemediği bir toplumda ne maddî refah olur ne de dînî huzur. İşte hâl-i pür-melâlimiz ortada…

ACZİMİN GİRYESİ:

KEŞKE

Keşke Adriyatik''ten Çin Seddi''ne at koşturmak yerine,

Kalem   ile   kılıcı   tezviç    etseydik   gerine    gerine.

                                                              (Li-müellifihî)

Yazarın Diğer Yazıları