Kritik toplantının iki bilinmeyeni; Gerçek tezkere asker gidince yazıldı

Tezkere öncesi Genelkurmay Başkanlığı’nın Bakanlar Kurulu’na sunum yaptığı kritik toplantıda perde arkasında çok kritik bir değil iki gelişme yaşandı.. Önce birincisinden başlayalım;

HDP eş başkanı Selahattin Demirtaş, çok şiddetli çatışmaların yaşandığı Ayn el-Arap (Kobani) bölgesine her nasılsa elini kolunu sallayarak  gayet rahat gitti geldi. Sınırda hem Hükümeti hem de devleti tehdit eden her zamanki konuşmalarının daha ağırını yaptı. Kimse ona  “yahu bu kadar sıcak çatışmaların yaşandığı bir yere sen nasıl rahatlıkla girip çıkabildin. Bunda bir gariplik yok mu”  diye sor(a)madı. Hadi bunlar sınır tiyatrosunun olağanı diyelim... Demirtaş’ın konuşmasından sonra başkentte alarm zilleri çaldı. HDP eş başkanının söyledikleri Bakanlar Kurulu’na bomba gibi düştü. El altından çeşitli kaynaklar arasında hızlı bir görüşme trafiği yaşandı. Gelen bilgiler Ahmet Davutoğlu’nu paniğe sevk etti. Bakanlar Kurulu toplantısına ara verildi. Güvenlik zirvesi yapıldı. Gelen bilgiler doğrultusunda Suruç’tan başlayarak sınır hattında büyük provokasyonlar olma ihtimaline karşı Diyarbakır Bölge Jandarma Komutanlığı’na acil koduyla emir gitti. Bölgeden anında, içinde Jandarma özel harekat timlerinin de bulunduğu  8 tabur, sınır hattına sevk edildi. Daha sonra Ahmet Davutoğlu’nun   Selahattin Demirtaş’a randevu verdiği duyuruldu. Sunum yapan askeri kanat, Bakanlar Kurulu’ndan ayrıldıktan sonra tezkereye çözüm sürecinin de katılması -Recep Erdoğan’a danışılarak ve de onayı alınarak- kararlaştırıldı. Akşamın ilerleyen saatlerinde Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç da  “çözüm süreci” kapsamında HDP’nin istediği iki yeni kurulu müjdeledi!.. Arınç’ın açıklamalarını izleyen kıymetli meslektaşlarımdan biri de çıkıp;  “Peki bunun için kurduğunuz KDGM’yi bundan sonra ne yapacaksınız”  diye sor(a)madı. 
Gelelim ikinci büyük bilinmeyene;
Alışılmadık aranın verildiği Bakanlar Kurulu toplantısında asker kanadına tezkerenin genel çerçevesi aktarıldı. Halbuki, tezkerenin  esasını ve de dayanağını teşkil eden gerekçe bölümü, bir gün önce gece Ahmet Davutoğlu’nun Recep Erdoğan ile Dışişleri Konutu’nda yapılan  özel görüşmede şekillenmişti. Bakanlar Kurulu bittikten sonra bizler Bülent Arınç’ın açıklamasını heyecanla beklerken tezkere metni  Çankaya Köşkü ile Başbakanlık arasına gidip gidip geliyordu. Askeri kanat toplantıdan ayrılmış ve hâlâ tezkerenin yazımı yapılıyordu. Nitekim, Arınç’ın açıklamasından sonra saat 22.00’de tezkere metni TBMM Başkanlığı’na ulaşabildi. 
Tezkere, gece geç saatlerde elimize ulaştığında bir de baktık ki Meclis’ten istenen yetkinin altında bambaşka şeyler yatıyor;
Recep Erdoğan’ın Esad kini ve de Suriye rejimine karşı harekat..
“Bakanlar Kurulu prensip kararı”  başlığında ve bundan sonra yapılacaklara temel olacak gerekçenin yaklaşık 4’te 3’ü Esad’a ait.
Gözlerinizle görüp ikna olmanız için Meclis’e gelen kağıttan o bölümleri aynen aktarıyorum;
 “Diğer taraftan, Suriye’de rejimin, dördüncü yılına giren şiddet politikalarının insani, bölgesel güvenlik ve istikrar bakımından yol açtığı risk ve tehditler artmaktadır. Rejim, sivillere yönelik saldırılarını ayrım gözetmeksizin ve her türlü ağır silaha başvurmakta beis görmeksizin sürdürmektedir. Ayrıca, meşruiyetten yoksun iktidarını idame ettirebilmek amacıyla terör gruplarına destek vermekte; etnik ve mezhepsel aidiyetleri istismar etmek suretiyle toplumsal farklılıkları fiili çatışmaya dönüştürmeyi hedefleyen bir siyaset izlemektedir. Suriye rejiminin özellikle ülkemize yakın bölgelerde faaliyette bulunmalarını teşvik ettiği terör gruplarının, nüfuz arayışları çerçevesinde gerçekleştirdikleri eylemlerin neden olduğu güvenlik bunalımı derinleşmiştir.
Esad rejiminin desteği ve iş birliği sayesinde Suriye’deki faaliyetleri için uygun zemin bulan söz konusu terörist gruplar, eylemlerini Irak’a da taşıyarak bu ülkeyi kaos ortamına ve istikrarsızlığa sürüklemiştir. Dolayısıyla Suriye rejimi kaynaklı tehditlerin kapsamı, terör tehlikesiyle birlikte genişlemiş; bölgesel ve uluslararası barış, güvenlik ve istikrara yönelik ciddi bir tehdit haline gelmiştir.
Türkiye, anılan risk ve tehditleri artan oranda ve en fazla hisseden bölge ülkesidir. Bu çerçevede Türkiye’nin bu risk ve tehditlere karşı kayıtsız kalması beklenemez.
Bugüne kadar Suriye kaynaklı saldırılarda çok sayıda vatandaşımız hayatını kaybetmiştir. Rejimin şiddet politikası ile terörist unsurların baskısı arasında sıkışan sivil halkın güvenli bir sığmak arayışı çerçevesinde ülkemize yönelme istidadı devam etmektedir. Suriye’deki çatışma ortamının seyrine bağlı olarak göç hareketinin kapsamının genişleyerek kitlesel boyuta ulaşması ihtimal dahilindedir.
Suriye rejiminin, balistik füzeler dâhil olmak üzere ağır silahlarla yapmakta olduğu saldırıların yol açtığı tahribat ağırlaşmakta, ülkemizi hedef alan saldırgan politikaları sürmektedir. Rejim, elinde bulundurduğu kimyasal silah stokları ve üretim tesislerinin imha sürecini 2118 (2013) sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararı’na uygun şekilde sonuçlandırmamıştır. Buna ilaveten. Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü bünyesindeki Veri Toplama Misyonu tarafından hazırlanan raporda Suriye’de klor gazının ” sistematik biçimde ve müteaddit defalar “ kullanıldığının tespiti ile Birleşmiş Milletler Uluslararası Bağımsız Suriye Araştırma Komisyonu’nun raporunda da rejimin saldırılarında klor gazına başvurduğunu kayda geçirmesi, bunun yanında rejimin iki yüz binden fazla insanı konvansiyonel silahlarla öldürmüş olması ülkemizin ulusal çıkarlarına yönelik tehdit düzeyini göstermektedir.” 
AKP iktidarı yine bir ilke imza attı. Tezkerede bir ülkeye ve de devlet başkanına açıktan savaş ilan edildi.
Şimdi Ankara’da şu sorunun yanıtı aranıyor,
“Erdoğan istedi diye TSK Suriye’ye, savaşa girer mi?”..

Yazarın Diğer Yazıları