'Murassa' İstanbul'da yaşatılıyor

'Murassa' İstanbul'da yaşatılıyor
"Murassa" ustası Arslanyan, "Mahrec Sanat Atölyemde öğrencilere kuyumculuk sanatıyla ilgili her şeyi öğretiyorum. Şimdiye kadar 500'e yakın öğrenciye kuyumculuk sanatı sertifikası verdik" dedi.

Osmanlı saraylarını süsleyen geleneksel Türk sanatlarından "murassa" ustası Hraç Arslanyan, bu sanatın genç nesillere aktarılması için atölyesinde eğitimler verdiğini belirterek, "Kuyumculuk eğitimleri verdiğim atölyeme Balkan, Avrupa ve Orta Asya ülkelerinden, Fas, Tunus, Cezayir, İran ve Brezilya'dan gelen öğrencilerimiz oluyor. Şimdiye kadar 500'e yakın öğrenciye kuyumculuk sanatı sertifikası verdik." dedi.

Kapalıçarşı'daki Zincirli Han'da amcası ve ustası Hagop Arslanyan'ın yanında 10 yaşında kuyumculuk sanatıyla tanışan Hraç Arslanyan, Viyana, Köln, Amsterdam, Brüksel ve Paris gibi birçok Avrupa şehrinde sanatsal çalışmalar yaptı. Türkiye'de kendi çizgisini oluşturan Arslanyan, Türkiye'deki murassa ustalarının son temsilcisi konumunda bulunuyor.

Cağaloğlu'ndaki atölyesinde doğu ile batı kültürlerini harmanlayıp özgün tarzda tasarımlar yapan Arslanyan, AA muhabirinin sorularını yanıtladı.

Murassanın Osmanlı saray sanatları içerisinde önemli bir yere sahip olduğunu belirten Arslanyan, murassanın, kuyumcu bölümü içerisinde ileri ustalığı olan Zergeran bölüğü tarafından üstlenildiğini ve bu bölüğün kuyumculuğun çeşitli dallarında ustalaşmış sanatkarlardan oluştuğunu anlattı. Ürünlerinin her birinin el emeği ile ince ince yapıldığına dikkati çeken Arslanyan, şunları anlattı:

"Kuyumculuk sanatında babadan oğla değil de amcadan oğla geçen bir nesiliz. Büyük amcamız 1920'lerde Tokat'tan İstanbul'a göçmüş ve kuyumculuk ustalığına başlamış. Akabinde 1940'larda rahmetli ustam amcam Hagop Arslanyan da İstanbul'a Tokat'tan göç ederek kuyumculuk sanatıyla tanışmış. Ben Arslanyan soyadıyla 3. nesilim. Geçmişte İstanbul çok farklıydı ve zengin değil, esnaf aileleriydik. O zamanlar Erenköy yazlıktı ve oraya yazlığa gidiyorduk. Bisikletimi kırdım ve haylaz çocuk ilan edildim. Adam olmam için ilkokul 3. sınıfta rahmetli amcam ustamın yanına konuldum. Erenköy'den tek başıma trene Haydarpaşa'ya, Haydarpaşa'dan vapurla Eminönü ve Eminönü'nden Zincirli Han'a yürüyordum. Akşamları da aynı yolu geri dönüyordum. Liseyi bitirene kadar sömestr ve yaz tatillerinde amcamın yanında kuyumculuk sanatını öğrenmeye devam ettim. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesini kazandım ve 6 ay gittim ama gönlümü kaptırmıştım bu sanata. Kuyumculuk sanatına devam ettim. 1985 yılında askerliğimi bitirdikten sonra yaklaşık 1 yıla kadar Avrupa'nın çeşitli ülke ve şehirlerinde kaldım. Buradaki sanatımızla ilgili disiplinleri öğrendim, onları bilgilendirme ve hünerlerime katıp çok farklı çizgi oluşturdum. Murassaya böyle başladım."

"MÜCEVHER SANATININ BİRÇOK DALINI BARINDIRIYOR"

Murassayı "kıymetli bir objeyi yine kıymetli maden ve taşlarla süsleme sanatı" şeklinde tanımlayan Arslanyan, kuyumcu bölüklerinin yaptığı murassa örneklerinden taht, kama, kılıç, matara, beşiklerin Topkapı Sarayı'nda örneklerinin bulunduğunu söyledi.

Arslanyan, "Murassa içinde mücevher sanatının birçok dalını barındırıyor. Bunların hepsini geçmişte 100-150 kişilik bölük yapıyordu. Maalesef öyle bir bölük kalmadı. Murassanın son temsilcisiyim. Japonya, İngiltere, ABD, Almanya'nın aralarında bulunduğu ülkede murassa sanatıyla ilgili 7 sergi açtım. 2004 yılında da Japonya'da bir Türk Haftası olacaktı, oranın önde gelen kuyumcuları beni bir dostumun vasıtasıyla buldu. İstanbul'u anlatan altından birer kilo ağırlığında iki şamdan yapmamı söylediler. 1 ay 15 günde gece gündüz çalışarak bu eserleri yaptım. Japonya'da murassa sanatıyla yaptığım şamdanlar çok büyük ilgiyle karşılandı." diye konuştu.

Eserlerinde şifalı taşlar kullandığına da dikkati çeken Arslanyan, "Magma sayesinde oluşmuş taşlar muhakkak bir enerji salıyor. Bu taşlar birer birer yaşamımızın unsuru olur. Örneğin, ametist taşı vardır, negatif enerjileri çeker. Buna paralel pırlanta ve elmas, akit bu coğrafyanın kutsal saydığı taşlardan akit vardır. Yine bu bilgeliğin simgesidir. Vücuttaki negatif enerjiyi alan bir taştır. Yeşil, zebercet, lal, inci Osmanlı'da da çok kullanılır ve pozitif enerji veren taşlardır. Bunları çokça kullanırım." ifadelerini kullandı.

Murassaya bir nevi sevdalandığını dile getiren Arslanyan, murassanın, mücevherden daha engin ve derin bir sanat olduğunu vurguladı. Arslanyan, "Biz sanatkarın ruhu hürdür, düşündükçe ve arzuladıkça durmak bilemez. Murassanın böyle bir özelliği var ki engel tanımıyor. Murassa da istediğinizi yapabiliyorsunuz." dedi.