Özgür Özel: "Referandum bugün yapılsaydı yüzde 65 hayır oyu çıkardı"

Özgür Özel: "Referandum bugün yapılsaydı yüzde 65 hayır oyu çıkardı"
İstanbul seçimlerini Ekrem İmamoğlu'nun büyük farkla kazanmasını değerlendiren CHP'li Özgür Özel, "Referandum bugün yapılsaydı yüzde 65 hayır oyu çıkardı" dedi.

YSK'nın kararı ile yenilenen İstanbul seçimlerinden çıkan büyük fark iktidar kanadını büyük sessizliğe gömdü.

Gazete Duvar'dan Nergis Demirkaya'ya konuşan CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, 16 Nisan 2016'da yapılan referandumu hatırlatarak, "16 Nisan’da “evet” oyu veren seçmende ciddi oranda pişmanlık var. Referandum bugün yapılsa yüzde 60-65 oranında “hayır” çıkacak ölçümleniyor" ifadelerini kullandı.

24 Haziran seçimlerinin ardından yürürlüğe giren yeni sistem 1 yılı geride bıraktı. Ne vaat edildi, ne oldu? Geçen 1 yılı nasıl değerlendirirsiniz?

24 Haziran’dan bu yana geçen bir yıl AK Parti’yi ve referandumda “evet” kampanyası yapan herkesi yalanladı. “Hayır” kampanyasının tüm tezleri ise bu süreçte doğrulandı. Referandumda seçmene “Meclis bundan sonra daha güçlü olacak” denildi ama ortalamaların çok altında çalıştı, her fırsatta kapandı. “Meclis yasama yetkisini kimse ile paylaşmayacak, bakanlar kanun tasarısı hazırlayamayacak, tüm kanunlar milletvekilleri tarafından teklif edilecek, Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri Meclis’in angaryasını üzerinden alıp gerçek kanun tasarıları milletvekilleri tarafından hazırlanacak” denildi. Ama bu süreçte tek bir milletvkilinin bile kendisinin hazırladığı kanun teklifi yasalaşmadı. Tersine yine bakanlar hazırladı, kendi ağızlarıyla da anlattılar. Hazine Bakanı Berat Albayrak, “Kalkınma Bankası’nın kanununu hazırlıyoruz, ekime doğru Meclis’e yollamış oluruz” dedi. Son örnek Milli Savunma Bakanı tarafından hazırlanan, Cumhurbaşkanına sunumun webdan sonra Meclis’e gönderilen askerlik kanunu. Bir başka örnek. Nafaka düzenlemesi ile ilgili Adalet ile Aile Bakanlığı arasında tartışma yaşanıyormuş. İki bakanlık asla teklif edemeyecekleri bir kanunu tartışıyor. Ama ne olacak, onlar karar verecek sonra Meclis’te milletvekiline verilip teklif olarak sunulacak.

‘PARMAĞINA MAAŞ ÖDENEN MİLLETVEKİLLERİ’

Burada milletvekillerinin rolü ne oldu?

Osmanlı’da kalem efendileri vardı, imza atıp maaş alan. Milletvekilleri gelen teklifi imzalayacak Meclis’e verecek. Kalbine, vicdanına, aklına değil sadece parmağına maaş ödenen milletvekillerinin oyları ile yasalaşacak. Bu tam anlamıyla yeni rejimin, buna kast eden 16 Nisan Anayasa değişikliğinin 24 Haziran’da bugüne taşıttığı süreç. Çok üzülerek söylüyorum biz haklı çıktık. Haklı çıkmanın ötesinde gözümüze soktular ki yalan söylüyorlarmış. Gözümüze soktular ki artık Meclis işlevsiz.

‘BU BAŞLI BAŞINA BİR MEŞRUİYET KRİZİ’

Meclis’in bir de denetim görevi var. Denetim noktasında nasıl bir tablo yaşanıyor?

Meclis’in kararname ile düzenlenecek işleri cumhurbaşkanı yapacağı için denetim görevinin de güçleneceği savunuldu. Oysa hem sözlü soru önergesi hem de gensoru kaldırıldı. Bakanlar Meclis içinden seçilirken şimdi dışarıdan atanıyor. Meclis’ten güvenoyu almadıkları, güvensizlik oyu ile gensoru ile soruşturulmadıkları için de bakanlar Meclis’e karşı sorumsuz. Siyasi denetim zayıfladı. Ancak bakanlar suç işlediğinde 400’ü bulursan yargılamaya yollayabiliyorsun. Geriye yazılı soru önergesi kalıyor. Elinde sadece bu denetim olanağı bulunan milletvekillerine bakanlar cevap vermeyerek bunu da işlevsizleştiriyorlar. Gelen cevaplar da göstermelik ve baştan savma oluyor.

Geçen bir yıl bize gösterdi ki “evet” diyenler kampanyada halkı kandırmışlar. Bu başlı başına bir meşruiyet krizidir. Son dönemde yerel seçim araştırmalarında dikkatimizi çeken bir şey var. 16 Nisan’da “evet” oyu veren seçmende ciddi oranda pişmanlık var. Referandum bugün yapılsa yüzde 60-65 oranında “hayır” çıkacak ölçümleniyor.

‘EN BÜYÜK PAKET DAMADI PAKETLEMEK’

Yürütme artık cumhurbaşkanında. Bunun karar alma sürecini de hızlandıracağı ifade edildi. Yürütmenin bir yılı için ne dersiniz?

Orada da savrulan, kurmaya çalıştığı sistemi oturtamayan, oturtamadığı için de güven vermeyen bir yürütme var. Onun en acı bedelini ekonomide ödüyoruz. Meclis’ten seçilmediğinden, güvenoyu almadığından, halktan meşruiyeti olmayan bir ekonomi bakanı var. İşin kötüsü bakan meşruiyetini seçilmiş birinin kendini atamasından alıyor ama işin fenası atayan da kayınpederi. Kayınpeder-damat ilişkisi bir liyakat sorgulamasını her zaman getirir. Bakan’ın “makro ekonomi bilgisi yeterli mi değil” diye eleştirilince Erdoğan, “6 ay İstanbul Üniversitesinde ders aldı” diye savunmuştu. Oysa demokraside aradığımız gerçekten halkın memnuniyeti ise yararı ise dersi alanı değil dersi vereni bakan yaparlar, değil mi? Şimdi damadına ders aldırıp ekonominin başına oturtan bir kayınpeder ihtirası yerine bu konuda en liyakatlı kişilerin bakan olması gerekir. Lahmacuncu, esnaf görüntüsünde patron her şeyin başında, kasada damat oturuyor. Dünyaya da ekonomi çevrelerine de bu güven vermiyor.

Kaldı ki birbirini ortadan kaldıran Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri yine oturtulamayan yönetim sistemi ile yönetilemeyen, savrulan bir Türkiye var. Başta ekonomi yönetimi güven vermiyor. Damat bey ayda bir ekonomi paketi açıklıyor. Oysaki en büyük paket damadı paketleyip yollamak, ekonominin başına güven verici bir isim getirmek. Ama buna engel de evin içinde. Bu da büyük sıkıntı.

‘BU REJİMİ YAŞATMAYA DÖNÜK KATKI ÖLÜM GETİRİR’

Köklü bir sistem değişikliği yapıldı. Bunun 1 yılda yerleşmesi kolay değil. Aksaklıkları gidermek için yapılacak bir çalışmaya, hatta bir Anayasa değişikliğine destek olur musunuz?

Bir hasta ağrıdan şikayet ediyorsa ona ağrı kesici vermek hastanın gerçek hastalık nedenine inilmediği için hastanın o anki şikayetini keser gibi olur ama hastanın ölümünü yaklaştırır. Bugün içinde bulunduğumuz sistemin iktidar tarafından dillendirilen aksayan yönlerin tamamı semptomdur, hastalığın gerçek sebebinden dolayı ortaya çıkan rahatsızlıklardır. Esas hastalık ise Türkiye’de kuvvetler ayrılığının, yargı bağımsızlığının ortadan kaldırılmasıdır. Örneğin bir kanser hastasının geçirilen ağrıları sadece ağrı kesicinin etki süresiyle sınırlıdır. Ama kanser varsa kanserli hücrelerin temizlenip etkin bir kemoterapi uygulanması lazım. Bugün Türkiye Cumhuriyeti devletinin başına musallat edilmiş hastalık, 16 Nisan’daki anayasa değişikliğinin ortaya çıkardığı, kuvvetler ayrılığının olmadığı, denge ve denetlemenin ortadan kaldırıldığı aksak rejimdir. Denge denetleme gelmeden, kuvvetler ayrılığı net bir şekilde ortaya konulmadan özellikle yargı bağımsızlığı sağlanmadan ne yapılsa boş.

Bugün AK Partili bakanlar anayasaya karşı muvazaa suçu işleyerek milletvekilerine imzalatıkları kanun tekliflerini Meclis’ten geçiriyorlar. Bu anayasa ihlalidir. Ama asıl sorun kuvvetler ayrılığının ihlal ediliyor olması. Esas sorun tek adam rejimidir. Esas sorun bütün kuvvetlerin tek elde toplanması, denge denetlemenin olmaması. Bunun tespitlerinde ortaklaşıldığında bir anayasa değişikliği Türkiye’nin muhtaç olduğu bir anayasa değişikliği söz konusu olabilir. Biz yasama, yürütme, yargıyı şeklen ayrı ama fiilen elimizde tutacağız dendiği sürece kimse ile konuşacak hiçbir şeyimiz olamaz. Çünkü Türkiye’nin demokrasisinin böğrüne hançeri böyle sapladılar. Ama gerçek tespitlerde birleşeceksek; kuvvetler ayrılığını, güçlü parlamenter sistemi, güçlü katı kuvvetler ayrılığı, hatta katı yargı bağımsızlığını, hakim güvencesini en başta konuşmamız lazım. Bunu konuşmadan tek adam rejiminden gerçek demokrasiye dönüş için sağlam bir özeleştiri duyup üzerine adil bir masada her şeyin konuşulacağı ve demokrasiye saplanan hançerin çıkarılacağı, hastalığın tedavi edileceği bir şeye ihtiyaç var. Bu bugünkü AK Parti anlayışı ile olmaz. Tek adam rejimi ile olmaz. Kayınpeder-damat ilişkisi ile olmaz. Bu rejimi yaşatmaya dönük katkı sunmaya çalışmak daha sancılı bir ölümü getirir sadece.