Anksiyete, genellikle basit bir endişe hali olarak algılansa da, bilimsel araştırmalar ve uzman görüşleri bu durumun çok daha karmaşık bir tablo çizdiğini ortaya koydu.
Gündelik hayatta stres ya da korku ile karıştırılan anksiyete, aslında bedensel, zihinsel ve duygusal boyutlarıyla bireylerin yaşam kalitesini derinden etkileyen bir ruh sağlığı sorunu olarak tanımlandı.
Son yıllarda yapılan çalışmalar, anksiyeteyi yalnızca bir duygu durumu olmaktan çıkarıp, nörobiyolojik ve çevresel faktörlerin karmaşık bir etkileşimi olarak ele aldı.
BİLİMSEL BULGULAR ANKSİYETEYİ YENİDEN ŞEKİLLENDİRİYOR
Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden psikiyatrist Dr. John Ratey, anksiyetenin yalnızca zihinsel bir durum olmadığını, aynı zamanda beyindeki nörotransmitter dengesizlikleri ve stres hormonlarının aşırı salgılanmasıyla ilişkili olduğunu belirtti.
Nature Neuroscience dergisinde yayımlanan bir çalışma, anksiyete bozukluklarının amigdala ve prefrontal korteks arasındaki bağlantıların düzensiz çalışmasından kaynaklanabileceğini gösterdi. Bu bulgu, anksiyetenin fizyolojik bir temeli olduğunu ve sadece “kafada” bitmediğini kanıtladı.
Ayrıca, Oxford Üniversitesi’nden nörobilimci Prof. Catherine Harmer, anksiyetenin kronik hale geldiğinde bağışıklık sistemini zayıflatarak fiziksel sağlık üzerinde de ciddi etkiler oluşturabileceğini ifade etti. Harmer’a göre, uzun süreli anksiyete, kalp-damar hastalıkları ve sindirim sistemi problemleri gibi somatik rahatsızlıklarla ilişkilendirildi. Bu, anksiyetenin yalnızca ruhsal değil, bedensel bir yük olduğunu da ortaya koydu.
Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) raporuna göre, küresel olarak yaklaşık 300 milyon kişi anksiyete bozukluklarından muzdarip. Bu rakam, anksiyetenin depresyondan sonra en yaygın ruh sağlığı sorunu olduğunu gösterdi.
Londra’daki King’s College’dan klinik psikolog Dr. Sarah Thompson, “Anksiyete, modern toplumun hızına ve sosyal medyanın yarattığı karşılaştırma kültürüne bir tepki olarak yükseliyor. İnsanlar sürekli bir ‘tehlike’ algısı içinde yaşıyor” dedi.
Dr. Thompson, anksiyetenin yalnızca yoğun endişe değil, aynı zamanda konsantrasyon güçlüğü, uyku bozuklukları, kas gerginliği ve hatta panik ataklar gibi geniş bir semptom yelpazesine sahip olduğunu vurgulayarak, “Hastalar genellikle ‘neden bu kadar endişeliyim?’ diye soruyor, ancak çoğu zaman bu bir neden-sonuç ilişkisinden çok, beynin otomatik bir savunma mekanizması” diye ekledi.
TOPLUMSAL ALGI VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
Anksiyetenin yalnızca “endişe” olarak görülmesi, hastaların damgalanmasına ve tedaviye erişimde zorluk yaşamasına neden oldu.
Stanford Üniversitesi’nden psikolog Prof. James Gross, toplumların anksiyete konusunda daha fazla farkındalığa ihtiyacı olduğunu belirtti. Gross, “Anksiyeteyi bir zayıflık olarak görmek yerine, onu bir sağlık sorunu olarak kabul etmeliyiz. Erken müdahale, bilişsel davranışçı terapi (BDT) ve mindfulness gibi yöntemlerle semptomlar büyük ölçüde hafifletilebilir” dedi.
The Lancet Psychiatry dergisinde yayımlanan bir meta-analiz, BDT’nin anksiyete bozukluklarının tedavisinde %60’a varan başarı oranı sunduğunu ortaya koydu. Ayrıca, egzersiz ve meditasyon gibi yaşam tarzı değişikliklerinin, anksiyete semptomlarını azaltmada ilaç tedavisi kadar etkili olabileceği belirtildi.
Dr. Ratey, özellikle aerobik egzersizlerin beyindeki serotonin ve dopamin seviyelerini artırarak anksiyete üzerinde olumlu bir etki yarattığını vurguladı.
ANKSİYETEYE YENİ BİR BAKIŞ
Anksiyete, yalnızca bir endişe hali değil, biyolojik, psikolojik ve toplumsal faktörlerin birleşimiyle ortaya çıkan karmaşık bir durum.
Uzmanlar, bu rahatsızlığın ciddiye alınması ve bireylerin hem tıbbi hem de sosyal destekle güçlendirilmesi gerektiğini savundu.
Anksiyetenin gölgesinde yaşamak yerine, bilimsel gelişmeler ve bilinçli yaklaşımlar sayesinde bu mücadelede umut ışığı göründü.
Toplum olarak anksiyeteyi anlamak ve desteklemek, milyonlarca insanın yaşam kalitesini artırmanın anahtarı olabilir.