Türkiye’nin anayasa tartışmaları yeniden gündemde. Gündemdeki bazı talepler ve yönelimler, ülkenin geleceği açısından son derece kritik sınırları zorluyor. Liyakat ve adalet ilkeleri etrafında inşa edilmiş, üniter yapıya dayalı bir demokratik sistemde; etnik temelli açılımlar, federatif modeller ya da Sevr kalıntısı öneriler halk nezdinde karşılık bulmaz, bulmamalıdır.

EŞİT VATANDAŞLIK: LİYAKAT VE ADALETLE SAĞLANIR

Eşit vatandaşlık ilkesi, aidiyet duygusunun, toplumsal huzurun ve devletin birliğiyle istikrarın temelidir. Bu ilke, “o kimden, bu nereden” mantığıyla değil; liyakat, adalet ve anayasal vatandaşlık çerçevesinde hayata geçirilir. Devletin dini, mezhebi, etnik alt yapısı olmaz; bu nötrlük, hem bireyi korur hem de ortak yaşam zeminini güçlendirir.

Dolayısıyla etnik temelli taleplerin “hak arayışı” kılıfıyla sunulması, demokrasi değil, ayrışmayı besler. Bu tür açılımlar; birliğimizi parçalayacak, üniter yapıyı zaafa uğratacak, sonuçta toplumsal düzeni bozacak bir gidişatı tetikleyebilir. Bu yaklaşım, Sevr’i hortlatmak ve Wilson Prensiplerini diriltmektir. Redde deriz.

YENİ ANAYASA MI? MEŞRUİYETİN YOLU SEÇİMDİR

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın seçim öncesi anayasa yapma yönündeki açıklamaları, mevcut Meclis aritmetiğiyle hayata geçemeyecek bir irade dayatmasıdır. 360 oy barajı dahi sağlanamamakta; siyasi partilerin kırmızı çizgileri iyice belirginleşmiş durumda.

Bu koşullarda yapılacak bir anayasa, bırakın kapsayıcılığı, meşruiyet açısından bile sorgulanır hale gelir. Yeni anayasa için olması gereken; seçim yoluyla oluşacak yeni bir Meclis, halkın güvenoyu verdiği temsilciler ve teamüllere uygun bir yasama sürecidir. Bu süreç; kapsayıcı, kalıcı ve güçlü bir anayasanın da garantisi olacaktır.

ÜNİTER YAPIDAN ASLA TAVİZ YOK

Türkiye’nin tarihi, üniter yapıyla elde ettiği direnci ve istikrarı göstermiştir. Bugün demokratikleşme adına federatif eğilimlere kapı aralamak; geçmişte ödediğimiz bedelleri ve kazandığımız kazanımları hiçe saymak olur. Etnik ya da mezhepsel kimlikler, bireysel özgürlük kapsamında elbette tanınmalıdır; ancak devlet yapısına yön verecek bir kurucu unsur haline asla getirilmemelidir.

Bu sebeple “etnik açılım”a hayır; ama insan hakları, hukuk devleti ve özgürlükleri temel alan, üniter yapıyı koruyan bir demokratik açılıma evet diyoruz.

SONUÇ: SAĞLAM ZEMİN, GÜÇLÜ GELECEK

Yeni anayasa ancak seçmenin iradesiyle şekillenmiş bir Meclis tarafından hazırlanabilir. Bu hem meşrudur hem de milletin gönlünde yer bulur. Aksi takdirde, yapılan her düzenleme, toplumsal güveni zedeler, ayrıştırıcı gündemleri tetikler.

Türkiye'nin ihtiyacı olan şey; etnik açılım değil, hukuk ve liyakat temelli eşitliktir. Üniter yapıya sımsıkı bağlı, adil, şeffaf ve katılımcı bir anayasa; milletin hak ettiği yeni bir başlangıcın temel taşı olabilir.