Yırtık çarıklı Türk askeri ve askere alınmayan beyzadeler. Bu fotoğrafı unutma Türk evladı

Yırtık çarıklı Türk askeri ve askere alınmayan beyzadeler. Bu fotoğrafı unutma Türk evladı

Osmanlı’nın son dönemlerini en iyi anlatan fotoğraflardan biri.
Neden, Osmanlı’nın son dönemlerini anlatıyor şöyle özetlemek gerek;
Balkan Savaşı’ndan dönen bir Türk askeri,
perişan hali ve yorgunluğu ortada.
Bitap düşmüş, kilometrelerce yol yürümüş.
Son gücüyle İstanbul’a ulaşmış,
belki evi hala çok uzaklarda, bilinmez…
İşin ilginç boyutu ise detayında.
Beyoğlu taraflarında çekildiği üzerinde durulan fotoğrafta,
arka planda devam eden hayat,
neşeli yüzler, oturmuş çay, sohbet, nargile keyfi yapanlar…
Türk askeri, Anadolu’nun evlatları cephede telef olurken,
İstanbul’un sefasını askere alınma zorunluluğu olmayan
zenginleşen Ermeni, Rum, Yahudiler ve tarikat-cemaat müritleri sürdü
Askerin kıyafetleri perişan haldeyken,
geri plandakilerin görünüşleri gayet düzgün, keyifleri yerinde.
Ülke savaşa mı girmiş, savaş mı kaybetmiş, yüz binlerce şehit mi vermiş?
Sanki hiçbirinin umurunda değil.
Osmanlıda bir usta işçinin gündelik ücreti 28 kuruş olduğu dönemde,
askere gitmek istemeyen bir Hristiyan devlete yılda 28 kuruş;
bir Müslüman Türk ise 5 bin kuruş ödemek zorundaydı.
Çoğu Türk bu parayı veremeyip askere gidiyor;
yedi yıl askerlik yapıyor;
Hristiyanlar ise kolayca ödüyor ve askere gitmiyordu.
Bu ve bu gibi toplumsal eşitsizlikler,
Osmanlı toplumunda Müslüman Türklerin zayıflamasına,
gayrimüslimlerin pa­lazlanmasına yol açmıştı.
Peki, neler yaşandı o süreçte?
1912 yılına gelindiğinde Osmanlı İmparatorluğu
içerde partiler arası siyasi çekişmeler,
Arap ve Arnavut bağımsızlık hareketleri,
dışarıda Kuzey Afrika’daki Trablusgarp Savaşı nedeniyle
her yönüyle sıkıntılı bir durumdaydı.
Bunlar yetmezmiş gibi İmparatorluğun zor durumundan faydalanmak isteyen
Bulgaristan, Sırbistan, Karadağ ve Yunanistan İmparatorluğa karşı birleşmekteydi.
Gerçekte Balkan Savaşı’na giden süreçte
İmparatorlukta bir hükümet ve iktidar bunalımı vardı.
4 Temmuz’da Sait Paşa hükümeti düşmüş,
yeni kabineyi Gazi Ahmet Muhtar Paşa kurmuştu.
Hükümet Bulgarların Balkan kışına alışık olduğunu düşünerek
savaşın yaklaşan kış ayında başlamasını olası görmüyordu.
Yeni kabineyi eleştiren Şeyh Ubeydullah, Cavit Bey, Hüseyin Cahit gibi İttihat ve
Terakkiyi savunanlar hapisteydi. Orduda İttihatçı ve İtilafçı subayların kavgası vardı.
Balkanlarda Osmanlı ordusu kumanda zincirinden,
geri hizmetlerinden yoksun ve hazırlıksız bir durumdaydı.
1 Ekim 1912’de Balkan devletleri seferber oldular.
8 Ekim günü Karadağ Osmanlı İmparatorluğu’na savaş ilan etti.
Bulgaristan ve Sırbistan 17 Ekimde,
Yunanistan da 18 Ekim’de savaşa katıldı.
Savaşın amacı, Arnavutluk kıyıları ve Makedonya’nın da içinde bulunduğu
Osmanlı Avrupa’sını ele geçirmekti.
Savaş başlar başlamaz Osmanlı Doğu ve
Batı orduları dört ayrı cephede savaşmak gibi güç bir durumda kaldılar.
Telgrafhaneler yarım çalışıyor,
savaş hakkında gerçek bilgileri veren Avrupa basını şehre giremiyordu.
Yerel basında ise savaşla ilgili gerçek dışı haberler bulunuyordu.
Osmanlı Orduları dört cephede yapılan savaşlarda büyük bir hezimete uğradı.
Osmanlı şark ordusu 23 Ekim 1912’de kendisinden üç kat fazla olan
Bulgar ordusuna yenilerek Çatalca’ya kadar çekildi.
Garp Ordusu 23-24 Ekim’de Kumanova’da Sırplara yenildiği gibi
Tahsin Paşa da 35.000 kişilik ordusu ile Selânik’te Yunanlılara teslim oldu.
Bu başarısızlıklardan dolayı 29 Ekim’de Gazi Ahmed Muhtar Paşa kabinesi istifa etti.
Bu sırada Selânik’te sürgün hayatı yaşayan II. Abdülhamid,
düşmanın ilerlemesi karşısında Selânik’in tehlikeye düşmesi üzerine
1 Kasım’da İstanbul’a nakledildi.
Kendisine gazete verilmediği için Balkan Savaşı’nın çıktığından haberi dahi yoktu…
Balkan savaşları Osmanlı tarihinde bir dönüm noktası oldu.
Asırlardır Rumeli’de yaşayan binlerce Müslüman nüfus katliama maruz kaldı.
Pek çoğu hunharca öldürüldü.
Büyük bir kısmı malını mülkünü terk ederek Anadolu’ya sığındı.
Sadece Edirne’de 225.000’den fazla Müslüman Türk,
Bulgar ordusunun esareti altında açlıktan hayatını kaybetti.
Savaştan sonra imzalanan antlaşmalarla Rumeli’de kalan Müslüman Türklerin hakları
tasdik edildiği halde Türklere yapılan baskılar durmadı.
Pek çok Türk asıllı Müslümanın göçü yakın tarihe kadar devam etti.
Şimdi diyeceksiniz nereden çıktı Balkan Savaşı ve bu askerin fotoğrafı?
Türkiye’nin şu an içinde bulunduğu durum tam da budur.
Neden mi? Türk vatandaşı geçim sorunu yaşayıp,
günaşırı gelen zamlarla boğuşup, bitap düşerken,
ülkede nereden, ne yolla gelir ettiği bilinmeyen Araplar,
sahillerde nargile tüttürüp, ülkeyi parsel parsel satın alarak bu toprakların sefasını sürüyor.
Sayıları milyonları aşan Arap, Afgan ve Pakistanlı göçü,
bu ülkenin içinde bulunduğu en tehlikeli cenderedir.
Bu göç demografik bir silahtır.

Ülke ekonomisinin bu durumda olmasının da başlıca sebebi,
2011 yılında Müslüman Kardeşler ve Suriye üzerine atılan yanlış politikalar ve
devamında önü alınamayan ya da göz yumulan Arap göçüdür.
Türkiye’nin sadece yurt içindeki Suriyelilere harcadığı para 60 milyar dolar,
yurt dışında, sınır bölgesinde yardımlar devam ediyor ve bu hesaba dâhil değil,
üzerine sınırdaki güvenlik harcamaları ve
bölgede kaybedilen ticari hacim.
Rakam 250-300 milyar dolarları buluyor.
Bu paranın hala devletin kasasında olduğunu bir düşünün,
sığınmacı sorununu ondan sonra değerlendirin…
Ne diyor milli şair Mehmet Akif Ersoy;
“Bakmayın, hem tükürün çehre-i murdarımıza!
Tükürün: Belki biraz duygu gelir ârımıza!
Tükürün cebhe-i lâkaydına Şark'ın, tükürün!
Kuşkulansın, görelim, gayreti halkın, tükürün!
Tükürün milleti alçakça vuran darbelere!
Tükürün onlara alkış dağıtan kahbelere!
Tükürün Ehl-i Salîb'in o hayâsız yüzüne!
Tükürün onların aslâ güvenilmez sözüne!
Medeniyet denilen maskara mahlûku görün:
Tükürün maskeli vicdânına asrın, tükürün!”

İşte ders alınması gereken ve bir fotoğraftan çok daha fazlası olan o tarihi kayıt:

t3-001.jpg

Yazarın Diğer Yazıları