Derin Sancı

Geçtiğimiz haftalarda ve aylarda, art arda gelen şehit haberleri ile Türkiye’mizin ciğerleri yandı. Acımız çok büyük. Bu kronik yaramız durup durup kanıyor.

Terör, vatanımızın iyileşmeyen hastalığı oldu. Zaten iyileşmesin diye çabalayan o kadar çok iç ve dış güç var ki bitmesi neredeyse imkansız.

Çocukluğumdan beri şahit olduğum, hazmedemediğim bu illet kalbimde derin yaralar açtı. Hala açıyor. Kazınanlardan birini anlatayım. Baban devlet görevlisi. İlkokul üç. Dokuz yaşındasın. Sabaha karşı beş. Telsizden anons geliyor. Askeri ve sivil kayıplarla ilgili ayrıntılı bilgilendirme… Onlarca şehit... Korkudan kalbin titriyor. Doğunun soğuğu, o acının şiddetiyle üşütmüyor, yakıyor. Annenin hıçkırıklarının, babanın panik ve kızgınlığının aurasıyla yeniden soğuyorsun. Kafan hiçbir türlü basmıyor. Bunların ne olduğunu, neden olduğunu anlamıyorsun. O zaman televizyon yeni, internetten eser yok. Çevirmeli telefonlar. Durumun iyiyse, radyo… Bu iletişim yoksunluğuna rağmen aylar süren yas. Şimdiki gibi üç beş günlük değil, kalıcı… Aylar süren yas.

Çocukluğumdan beri değişmeyen bu şehit acılarımızın sonu getirtilmiyor. Adil savaşlarda verilmiş şehitlerimizi kabullenebiliyoruz; fakat kalleş pusularla savaşmadan alınmış canları kabul edemiyoruz. Tarihsiz, tanımsız, kimliksiz vicdansızlar, arkadan vuruyor.

Yüce Rabbimden yaslı ailelere dayanma gücü diliyorum. Türkiye’me sabır diliyorum. Çok zor… İnsanın boğazı, kalbi düğümleniyor. Nefretle perçinlenen acz elimizde patlıyor. Zaman geçiyor gündem değişiyor, yine unutuluyor.

Birçok Mehmet’ten duyduk; “Ölürsem annem babam üzülmesin.” Bu nasıl bir şey? Bu görevi seçerken, ölüm onlar için sıradan bir ihtimal. Gencecik evlatlar, soğukkanlı ve olgun bir uhreviyat ile kadere meydan okuyorlar. “Şehit olursam üzülmeyin!” Nasıl üzülmeyelim Mehmet? Nasıl üzülmeyelim? Biz hiçbir risk taşımayan işyerlerimize giderken hangi ayakkabıyı giyeceğimizi düşünüyoruz. Siz ölümü göze alıp, sıcacık o ana ocağınıza maaşınızı yollayabilmek için ölümle el ele geziyorsunuz. Genç bedenleriniz, yorucu maneviyatınızla koskoca adamlara bürünmüş; olası sonunuza korkusuzca gülümsüyorsunuz. Geride sadece acılı bir aile değil, kahrolmuş bir millet bırakıyorsunuz.

Yalan, yılan hikayesi! Acım kızgınlığıma gaz veriyor. Allah gelecek haklarından! Kötü niyetlilerin niyetleri başlarına dönecek.

Susuyorum Mehmet... Senin koşarak gittiğin sona saygı duyuyorum. Sen gönüllü olduğun için, ben sabır gösteriyorum.

Biz seni çok seviyoruz. Anneni, babanı, kardeşini, eşini varsa bebeğini seviyoruz. Bize emanetler! Rahat uyu... Mekanın cennet olsun! Nankörlüğümüze bakma... İçten içe hep acıyoruz. Ruhumuz hicranımıza sarılmış, derin sancımız var. Ve korkmuyoruz. Bu şafaklarda yüzen al sancağımızın senin sayende sönmeyeceğini biliyoruz. Her defasında son defa olmasını diliyoruz.

Seni çok seviyoruz! Seni çok seviyoruz!

Yazarın Diğer Yazıları