27 Mayıs 1960 öncesine dönüş mü?

Genç okurlarımız 1960 ve öncesini haliyle yaşamamışlardır. O dönemin kamplaştırıcı, çatışmayı, kavgayı ve siyasi şiddeti ön plana çıkaran ortamı, köy ve kasabalarda kahveleri bile DP’li ve CHP’li olarak ayırmıştı. Partiler sanki birbirine düşmandı. Hoşgörü ve uzlaşma yoktu. Çatışma ve sertleşme tırmandırılarak oy artırılabiliyordu. Bu da toplumda kemikleşmeyi ve içten kenetlenmeyi sağlıyordu. 
Bugün olup bitenleri göz önüne alınca ve siyasi tansiyonu artırarak siyasi başarı beklentisini görünce dünü hatırladık. Sayın Başbakan % 45 oy almasına rağmen, balkondan öyle laflar sarf etti ki, aklıselimle bağdaşmıyor. Bir yazarın bu ülkeyi yönetenler acaba cinnet mi geçiriyor sorusuna hak vermemek mümkün değil... Muhalif olan herkes paralel yapının bir parçası kabul edildi. Bunlara karşı İstiklal Savaşı ve Milli Mücadele verildiği, muhalefetin Osmanlı tokadı yediği, kurumlardan temizlik ve ayıklamanın olacağı, inlerine girileceği belirtildi. Dahası bu konuşma ile Türkiye ve Suriye’nin harp halinde olduğunu öğrendik. Her ne kadar ana muhalefet de geri kalmadı ama; siyasi tansiyonu yükseltmede Sayın Başbakan liderliğini korudu. 
Türkiye’nin Suriye ve özellikle Mısır’dakine benzer bir kardeş kavgasına çekileceğinden endişeliyiz. Mahalli seçimleri kanlı ve kavgalı bitirdik. Başbakanın kendisini ve partisini Adnan Menderes ile özdeşleştirmesi ana muhalefeti 1950’li yıllara göre suçlaması,  “CHP geliyor”  gibi sanal tehlikeler yaratması, partilileri kenetlenmeye ve kemikleşmeye götürmüştür. Sayın Başbakan siyaha beyaz bile dese, o artık beyazdır. Mantık ve rasyonel düşünce adeta rafa kalktı. Siyasi olgunluk ve hoşgörü kayboldu. Seçim sonrası BDP’nin özerklik isteyeceği unutturuldu. Aslında BDP’yi bu noktaya getiren iktidarın yanlışları ve tavizleridir. Açılım ve çözüm adı altında devlete ortaklar aranmıştır. Teröre ve örgüte prim verilmiştir. Örgüt bütün Kürtleri temsil eder gibi takdim edilmiştir. Egemenliğe ortak aranmıştır. İlk kez bir hükümetin dört bakanı rekor seviyedeki yolsuzluk ve rüşvet iddialarıyla görevlerinden istifa etmek zorunda kalmışlardır. Ülke, bazılarınca darülharp kabul edildiği için yolsuzluklar normal sayılmıştır. Sosyal medya yasaklarıyla gerçekler örtülmüştür. Yargıç ve emniyet mensupları sağa sola sürülmüştür. TBMM’ye geç gelen bakan fezlekeleri, önce iade edilmiş sonra soruşturmadan kaçırılmıştır. Komplo, darbe, paralel yapı tekerlemeleriyle otoriter ve yasakçı tavıra haklılık kazandırılmıştır. Siyasi hayatımıza yerleşmiş olan çıkarcı ve şahsi menfaatleri esas alan seçmen tipi daha da gelişmiştir. Bunlar için Ege Adalarının işgal edilmesi, Kıbrıs’ta taviz, toprak bütünlüğünün zedelenmesi, Milli kimliğin reddedilmesi, özerklik ve federasyon beklentileri, Ermeni iddiaları, Libya Suriye ve Mısır politikasının iflası, Orta Doğu’da geleneklerimizle ters düşen fanatik Sünnici bakış, Dışişleri Bakanı’nın Ermeni tehciri nedeniyle Osmanlıyı suçlaması, etnik ırkçılık ve bölücülük, seçmenin en azından yarısı için yanlış ve tehlike algılaması olmaktan çıkmıştır. Tersine barış ve istikrar için her türlü taviz her konuda verilebilir. En son Yenikapı mitingi ile, Yeni Türkiye adlı tuzağa çıkartma yapılmıştır. Bu tuzak 1923 Türkiye’sinin tasfiyesidir.
Halka yansımayan, kredili ve sanal gelirlere dayalı tüketimde % 4.4’lük büyüme üretimden çok ithalata dayalıdır. Cari açık ve işsizlik artmıştır. TÜİK araştırmasına göre, kendisini mutlu hissedenler % 70’lerden % 59’a düşmüştür. Buna rağmen, yoksul yoksulluğunun, işsiz işsizliğinin, mutsuz da mutsuzluğunun farkında olmayıp bunu kabullenemiyor. Halk yoksullaştıkça kontrol altına alınıp reyine ipotek konulabiliyor. Para ve erzak yardımı halkı teslim alıyor. Tâbi hale gelenler aksi hiçbir şeye inanmıyor. Artık onlar yardım yapanlara oylarıyla, varlıklarıyla hayat boyu borçludurlar. Dış finansman ve sıcak para girişi kesilirse, rantlar da azalacaktır. Bu defa yardımların dağıtımı düşeceğinden, yönetenlere tepki ve nefret doğabilir. Yargıda değil; sandıkta aklandıklarını iddia edenler, her tarafı paralel yapı görerek yeni davalar açabilir, internet kısıtlamaları ve kamu personelini ayıklama hızlanabilir. İş adamları da bundan payını alabilir. Bütün bu ve benzeri olumsuzlukların ülkenin itibarını zedelememesini ve fırsat kollayan protestocu eylemleri artırmamasını dileriz.

Yazarın Diğer Yazıları