Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
İsrafil K.KUMBASAR

İsrafil K.KUMBASAR

28 Şubat'ı tıkayan siz mi, savcılar mı?

12 Eylül'de başlayıp 28 Şubat'ta hızlanan 'süreç' sayesinde iktidar koltuğuna oturanların bir anda 'vesayetçi geçmiş' ile hesaplaşma dürtüleri depreşiverdi.

Bu minval üzere "Asmayalım da besleyelim mi" vecizesi ile bir döneme damgasını vuran Netekim Paşa ve saz arkadaşları, 'görüntüde' sanık sandalyesine oturtuldu.

Hazret, dava kesinleşmeden 'hakkın rahmetine' kavuştuğu için 'rütbesi' dahi sökülmeden 'resmî devlet töreni' ile ebedi istiratgahına uğurlandı.

Dava, ne yazık ki hiç kimseye 'yaptıklarının bedeli' ödetilmeden kapandı gitti.

Ama gelin görün ki '12 Eylül' için yıldırım hızıyla yola koyulanların 'geçmiş ile hesaplaşma' arzusu ne yazık ki '28 Şubat' soruşturmasında tıkanıp kaldı.

Üç yıldan beri 'bir adım' öteye gidemeyen soruşturmada, fatura iki savcıya kesildi.

'Komedi' diye gülüp geçmek de mümkün bütün bu olup bitenlere belki; küresel dengede 'değişimin' bir sonucu olarak yorumlayıp 'derin tahlillere' girişmek de.

İktidarın kendini konumlandırdığı 'uluslararası ilişkilere' ve varlığını izahta kullandığı 'argümanlara' bakınca, aslında 12 Eylül cuntacılarının yargı önüne çıkartılması 'çok çetrefilli bir duruma' da işaret ediyordu.

Zira bir zamanlar Kenan Evren'e nasıl dualar dizdikleri, ülkenin nasıl 'Darülislam' hale geldiği yönünde kitapçıklar hazırladıkları, yurt dışındaki din görevlilerinin nasıl maaşlarının 'Rabıta' tarafından ödendiği inkârı mümkün olmayan gerçeklerdi.

***

Örnekleri çoğaltmak, Adnan Menderes ile başlayıp Turgut Özal'dan Tayyip Erdoğan'a uzayan çizgiyi memlekette hâkim kılmak için cunta döneminde 'ne tür girişimler' yapıldığını sıralamak sadece zaman kaybı olur.

Zaten kendileri de bunu her fırsatta itiraf edip, büyük bir coşkuyla 'Menderes-Özal-Erdoğan' posterleri dalgalandırmaktadırlar.

Elbette bu çizgiye katılanlar, itiraz edenler olabilir.

Sonuç itibariyle bugünlerde "muhafazakâr-demokrat" o adlandırılan malum siyasal iradenin temel taşlarının okyanus ötesinde atıldığı, orada şekillendirildiği bir sır değil.

Bunu bizzat o cenahta zaman zaman dillendirilen "Menderes'in başını Rusya ziyareti yedi" yahut "Erdoğan'a iktidar yolu Beyaz Saray ziyaretiyle açıldı" türünden itiraflarda bulabiliriz.

12 Eylül darbesinin flaş cümlesi olan "Bizim çocuklar"ı yukarıdaki tabloyla yan yana getirince, 'yaman bir çelişki' ile karşı karşıya kaldığımız varsayılabilir.

Hem cuntacıların 'önünü' açacaksın, hem cunta marifetiyle Türkiye'yi 'dilenen kıvama' getirecek iktidarlara zemin hazırlayacaksın, sonra da dönüp aynı iktidarlara cuntacıları yargılatacaksın; olacak şey mi?

Bu millet 'hafızasını', 'benliğini', 'geçmişini' kaybetmeye bu denli meyyal midir?

***

'Unutturma', 'unutturulma' üzerine kurulu oyunların biri biter biri başlar Türkiye'de.

Her seferinde 'yapay' gündemler, 'sanal' kargaşalar üzerinden 'gerçek' perdelenir ve sanki 'bir takım şeyler' ile hesaplaşılıyormuş gibi izlenimler verilir.

Televizyonlar gün boyu bu tür stratejilerin alt yapısını oluşturmak için 'masa başı şirinlikler' pompalar, gazete sayfaları 'yalana' boyanır.

Köşeleri kapmış, birtakım 'karanlık odakların' sesi durumuna düşürülmüş kalemşorlar oyunun en usta figüranlarıdır.

Gerçek büyük bir edepsizlik içinde gizlenirken, başkalarının projeleri ise topluma  "ileri demokrasi" diye yutturulur. 

Birilerinden 'hesap' sorulmaya kalkışılırken, onların hep ABD, İngiltere ve İsrail ile irtibatları gündeme taşınır.

Ama asıl hesap sorulması gerekenlere sıra gelince "Onları ABD, İngiltere ve İsrail koruyor" denilerek işin içinden çıkılır.

Buyurun size 28 Şubat kepazeliği.

Niye öyle birden zamanda geriye sıçrayıp '35 yıl öncesine' uzandılar sanıyorsunuz?

Yürekleri yetiyorsa, niyetleri varsa hadi başlasınlar '17-18 yıl öncesini' sorgulamaya.

Hayır, o konuda ne 'niyet', ne de 'yürek' mevcut.

Zaten şu 'çadır tiyatrosu' türünden sahneye koydukları 'süreçleri' başlatma iradesi de kendilerine ait değil.

***

Tabloya bakarak görebileceğiniz tek şey, küresel güçteki 'değişimi' doğru okumaktır.

Sistemin içinde sadece bir 'vida başı' dahi olamayanlar, bir bakıyorsunuz kendilerini 'değiştirici/dönüştürücü' diye nitelendiriyorlar.

Oysa çarka yön veren 'Big Brother'dır.

Bir yıl önce "kardeşim, canım, ciğerim" dedikleri bir adamı, bir yıl sonra 'eli kanlı katil' diye nitelendirmeleri 'kendi iradelerinin' bir ürünü müdür?

Tövbe, sümme haşa!

Yazarın Diğer Yazıları