Adalet, adalet mutlaka adalet

İktidarın şu soruyu kendine sorması gerekiyor: İnsanımızın bir kesiminde öfke ve kızgınlık, başka bir kesiminde ise hayal kırıklığı biriktiren nedir? Gittikçe artan yokluk mu, adaletsizlik mi?
Makamları yokluktan önce adaletsizlik sallar… Çünkü yokluğu yönetmek mümkündür de adaletsizliği yönetmek o kadar mümkün değildir…
Yokluk bile adaletle paylaştırılabilir… Ya adaletsizlik? O nasıl izah edilebilir ya da yok sayılabilir; kitle iletişim araçlarının bu kadar geliştiği bir dünyada? Veya cep telefonu olan her insanın birer muhabire dönüştüğü ve mesajını saniyede dünyanın öbür ucuna neredeyse maliyetsiz ulaştırdığı bir sosyal medya düzeninde?
***
Çok yakın geçmişte, Amerikan Doları kaynaklı ekonomik kriz artınca, siyasi iktidar "Aynı gemideyiz" kampanyası düzenlemişti… "Batarsak, hep birden batarız"ın kibarca ültimatoma dönüştürülmüş hâliydi bu…
Olumlu karşılık bulmadığı gibi tepki de aldı bu kampanya… Önceki gün Cumhurbaşkanı Erdoğan, salgın sürecinde sıkıntı yaşayan vatandaştan ve esnaftan helallik istedi… Bu helallik talebine çok daha hızlı ve sert tepki geldi…
Söz konusu tepkileri, ''memnuniyetsiz muhalefetin organizasyonuna, üst aklın tezgâhına, değişik örgütlerin hain planları''na bağlayarak, sanal bir rahatlama mümkündür ama gerçek o değildir…
Toplumsal cinnete doğru fark edilmemesi imkânsız bir öfke birikiyor… Bu öfkenin beslendiği alan, yokluktan önce adaletsizlik görüntüsü…
Kimse ülkeyi yönetenlerden açlıktan karınlarına taş bağlamasını beklemiyor… Ama o açların gözüne yüzlerce lüks araçlık çakarlı, şatafatlı, kibirli Cuma yolculuklarını veya başka ziyaretlerinizi soktuğunuzda insanlara daha fazla sabır tavsiye edemiyorsunuz!..
Millete Dolarları bozun diye talimat verirken, geçilmeyen köprülerden ve yollardan, inilmeyen havaalanlarından Hazine garantisiyle müteahhitlerin cebine Dolar veya Euro akıtılırken mağdur yığınlara daha fazla tahammül edebiyatı yapamıyorsunuz!..
***
Açıklayıcı olduğu için o örneği iyi niyetle sormuştum: Dünya ve ülke salgının pençesindeyken, virüs yangınının daha da kavurucu bir hâl alması durumunda insanların nasıl ayakta kalabileceği, ne yiyip içeceği dert edilirken, tüm bunlardan sıyrılıp Kanal İstanbul ihalesini kovalamak hangi ruh hâliyle açıklanabilir?
Gerekirse ibadetleri kazaya bırakabilen, camileri geçici olarak kapatabilen bir anlayış, ihaleyi nasıl kazaya bırakamıyor? Orucun namazın kazası olabiliyor da ihalenin kazası olamıyor mu? Bu acele, bu hırs, bu ötelenemez duygu nasıl frenlenemiyor?
Havada uçuşan yüksek meblağlı yönetim kurulu huzur hakları, dörtlü beşli ballı maaşlar, milletin ırzına tasallut eden müteahhitlerin önüne serilen kırmızı halılar, af edilen vergiler, teşvikler, devasa krediler… Artık insanlar bütün bunları ayrıntılarına kadar biliyor ve birbiriyle paylaşıyor…
Bu tabloda kim, neye, niçin, nasıl katlanacak? Yokluk adil dağılsa ''toplu katlanma düzeni''ne geçilebilir, insanlar ikna edilirdi belki… İnsanını yaşat ki devlet yaşasın, amenna… Peki insan ölürse, insanın içi ölürse, devleti kim yaşatacak?
Siyasi iktidar, riskin farkında değil veya ıslık çalmayı tercih ediyor!.. Haklının değil, güçlünün ayrıcalık sahibi olduğu bir düzenin sürdürülemeyeceğini en iyi bilmesi gereken iktidar, bu iktidar aslında…
Çünkü kendisini var eden ve büyüten, 90''ların ekonomik krizleri, banka hortumları ve 28 Şubat''ın baskıcı rejimi olmuştu… Büyükşehirlerin kenar mahallelerinde yoksulluğa ve adaletsizliğe karşı büyüyen sosyal dalga, önce belediyeleri sonra da iktidarı getirmişti…
***
Değişmez hakikat: Yokluğu bile adaletle paylaşsak, millî birliğimiz bu kadar sıkıntıya düşmezdi aslında… Camileri yüksek tepelere yapmak değildi mesele… Asıl mesele, adaleti başımızın üzerinde taşımaktı…

Yazarın Diğer Yazıları