Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
İsrafil K.KUMBASAR

İsrafil K.KUMBASAR

Amok koşucusunu anımsatan koşucu

Türk kültüründe pek fazla bilinmeyen ‘Amok koşucusu’, özellikle Uzak Doğu’da halk arasında oldukça yaygın olan bir kavramdır.

Bu kavram Malaya kültüründe daha çok psikolojideki ‘cinnet’ halini tarif etmek için kullanılır, Mandarin kültüründe ise bir ‘cezalandırma’ biçimi olarak karşımıza çıkar.

Rivayete göre eski Çin’de bazı kabileler, ‘Amok’ adını verdikleri kişileri, ellerine bir bıçak tutuşturup ormana bırakarak koşmalarını isterlermiş.

Amok, ıslığı duyar duymaz hiç durmadan, gücünün yettiği kadar koşmaya başlarmış.

Bilirmiş ki ancak ‘koştuğu süre’ boyunca hayatta kalabilecek, ‘durduğu an’ ise peşindeki ‘avcılar’ tarafından fırlatılan bir mızrak ile öldürülecek.

Avusturyalı ünlü yazar Stephan Zweig ise ‘Amok’ isimli eserinde Malaya kültüründeki kavramı şöyle tarif eder:

 “Ölüm korkusuna kapılan kişi, engellenemez kör bir öfke ile önüne çıkan herkese saldırmaya başlar, kan kokusu onu daha da çıldırtır, dudaklarından köpükler taşar, çıldırmış gibi ulur, koşar, koşar, koşar, sağa sola bakmadan, tiz çığlıklar atarak elinde hançeri, korkunç koşusuna devam eder.

Ve herkes kaçar, ama Amok koşar, hiçbir şey duymaz, hiçbir şey görmez, koşar, önüne çıkanı devirir, ta ki biri onu mızrakla vuruncaya kadar, ya da kendisi takatten düşüp son nefesini verinceye kadar.

İnsanlar bir Amok koşucusunu hiçbir gücün tutamayacağını bilirler.

O nedenle böyle biri yaklaştığında bağırarak önceden uyarırlar:

Amok! Amok! Amok!”

*  *  *

Günümüzde, ‘Amok’ kavramı daha çok sosyal bilimciler tarafından, gırtlaklarına kadar ‘yolsuzluk’ ve ‘hırsızlık’ çamuruna gömüldükten sonra, ‘hesap verme’ korkusuna kapılarak ‘diktatörlük’ peşinde koşan ‘politikacılar için kullanılır.

‘Hayal kırıklığı’, ‘umutsuzluk’ ve ‘çaresizlik’ üçgeninde iç dünyasında baş gösteren ‘stres’, ‘sıkıntı’ ve ‘korkuyu’ yavaş yavaş ‘hiddet’, ’öfke’ ve ‘saldırganlık’ ile dışarıya yansıtmaya başlayan bu tür kişilikler, ‘geçmişlerinin’ üzerini örtbas etmek, ‘geleceklerini’ sağlama alabilmek için her türlü ‘hileye’ ve ‘desiseye’ başvururlar.

Kendi ‘otoriter’ düzenlerini kurabilmek için ‘demokrasiyi’ bir ‘araç’ olarak kullanırlar.

Arkalarındaki ‘halk desteğini’ tek meşru dayanak olarak algılayıp ‘anayasayı’ ayak altına alırlar, hiçbir ‘kanun’, ‘nizam’ tanımazlar.

‘Halk iradesine’ ipotek koyabilmek için yerleşik ne kadar ‘dinî’ ve ‘millî’ değer varsa hepsini ‘istismar etmeye’ kalkışırlar.

Kendilerini ‘pohpohlayan’ her kim olursa olsun, sonsuz bir ‘şefkat’ lütfederler, yaptıklarına ‘karşı çıkan’ babalarının oğlu dahi olsa ‘merhamet’ göstermezler.

Önce ‘hazmettire hazmettire’, ardından ‘vura, kıra’ hedefe doğru ilerlerler.

*  *  *

Demokrasilerde, her iktidarın zamanı geldiğinde ‘muhalefete düşme’ hürriyeti vardır; ama ‘yolsuzluk’ ve ‘hırsızlık’ pisliğine gömülenlerin asla öyle bir lüksleri yoktur.

‘Onca kul hakkının’ yükü altında ‘omuzları’ çöken, ‘onca mazlumun ahının’ ağırlığı tesiri ile ‘göz kapakları’ moraran muhterem, arkasındaki ‘devlet gücüne’ dayanarak, bir elinde ‘kirli ittifak’ senaryoları, diğer elinde ‘Allah’ın ayetleri’ olduğu halde ‘can havli’ içerisinde meydan meydan dolaşıyor.

‘Kendi şahsi emellerini’ gerçekleştirebilmek için ‘Allah’ın dinini’ alabildiğince istismar ediyor, ‘millî duyguları’ yalama haline getiren çıkışlarda bulunuyor.

Karşısına çıkan herkesi ‘vatan haini’ diye yaftalıyor, ‘işaret ettiği’ partiye oy vermeyecek olanları ‘dinsiz’, ‘imansız’, ‘ateist’ olarak damgalıyor.

Canı istediğini ‘idam sehpasından’ alıyor, canı istediğini emrindeki ‘savcıları’ ve ‘hâkimleri’ devreye sokarak tutuklatıyor.

Anayasa’daki ‘sorumsuzluk’ prensibini, ‘Anayasa’nın dışına çıkmak’ olarak algılayıp, ‘görev alanına’ girmeyen her meseleye müdahil oluyor.

Neden?

Zira korkusu odur ki, elindeki ‘iktidar gücü’ ile birlikte gün gelecek belki ‘mal varlığını’ ve belki ‘hürriyetini’ de kaybedecek.

*  *  *

Uzaklarda, ‘nihai kaderi’ ile baş başa kalan zat, sırtında ‘beyaz kefeni’, adeta bir ‘Amok koşucusu’ gibi gözleri hiçbir şeyi görmeden, dur durak bilmeden koşuyor.

Ola ki hızını kaybedip de tökezlediği anda, yalnızca ‘şatafatlı sarayına’ ve ‘gizli hesaplarına’ el konulmakla kalınmayacağını, yakasına yapışacak şerefli bir savcı ve hâkim tarafından apar topar ‘adaletin’ karşısına çıkarılacağını biliyor.

Yoksa siz hâlâ kulakları tırmalayan o tiz haykırışların farkında değil misiniz?

“Amok! Amok! Amok!”

Yazarın Diğer Yazıları