Ana dil hak, ana dilde eğitim nahak
PKK, “demokratikleşme,” (egemenliği paylaşma) yolunda tırmanışını hızlandırmıştır. Bu arada “anadilde eğitim bir haktır. Uluslararası hukukun gereğidir” dayatması yapılmaktadır. Bu doğru mu? İnceleyelim:
Devlet, millet çoğunluğunun tarihi, dili, hukuku, kültürü ve değerleri üzerine kurulur. Böylece tutarlı, bütünlüğü olan ve uyumlu kurallara dayalı bir düzen ortaya çıkar. Zaten devlet düzen demektir. Yerel veya ana diller ise, düzeni bozacağı için devletin kurumlarında yer alamaz. Ama toplum içinde serbestçe yaşanır, kullanılır.
Uluslararası temel kural böyledir. Ülkemiz de bu kurala uyarak Türkçeyi devlet dili kabul etmiştir. Bu, devletin her faaliyetinin, eğitim dahil Türkçe ile yapılması demektir. Ayrıca dil, egemenliği belirleyen bir kurumdur. Bunun için ana dilde eğitim dayatması, egemenlik talebidir. Devletin, milletin ve vatanın bölüşülmesi demektir. “Demokratikleşme” kavramıyla örtülmek istenen de bu saldırganlıktır. Malum, demokrasi ve özgürlük bireyle ilgilidir, egemenlikle değil.
Tarihimize bakıldığında; 1876 Kanunu Esasi, 1924, 1961 ve 1982 anayasalarında “devlet dilinin Türkçe” olduğu görülür. Bu, devletin kurucusunun ve sahibinin ilanıdır. Şimdi değiştirilmek istenen de budur.
İç hukuk böyledir de uluslararası hukuk farklı mıdır? Bunun için kestirmeden gidelim, dil ve egemenlik konusunda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ile AİHM içtihatlarına bakalım. İşte bir örnek: Fryske dilini idari ve siyasi kurumlarda yasaklayan Hollanda’nın, AİHS’in düşünce özgürlüğünü düzenleyen 10. Maddesini ihlal ettiği iddiasıyla Fryske Ulusal Partisi, AİHM’e başvuruyor. Mahkeme; “Sözleşmenin 10. Maddesi kamu otoritesinin müdahalesi olmaksızın herkesin bir düşünceye sahip olmasını, enformasyon ve fikirlere ulaşmayı garanti eder. Ancak bu maddeler özel olarak ’dil özgürlüğünü’garanti etmez. Özellikle de idari konularda isteyenin istediği dili kullanma özgürlüğünü garanti altına almaz” gerekçesiyle talebi reddediyor.
Ayrıca gerekçede, “Bir dilin’siyasi’, ’kamusal’ ve ’resmi’kullanımı ile ’özel’, ’kültürel’ ve ’günlük’kullanımlarının farklı olduğuna” dikkat çekerek “Düşünceyi açıklama hürriyetinin dil hürriyetini de içerir şekilde yorumlanamayacağı” açıkça vurgulanıyor. (22 Haziran 2003/ Zaman)
AİHS ve AİHM kararlarında, resmi azınlık dilinin devlet karşısındaki yeri böyledir.
Bir de etnik gruplarla ilgili örnek verelim: Davacılar; Alain Baylac-Ferrer ve Natalie Suarez, yeni doğan çocuklarının, ’Marti’ isminin, Katalan dilindeki telaffuzu ve harfleriyle nüfusa kaydedilmesini istemişlerdir. Ancak nüfus memuru, ‘i’ harfi Fransızcada olmadığı için, böyle değil de Fransızca kurala göre, “Martin” olarak kaydetmiştir. Davacılar bunun bir ayrımcılık ve çocuğun psikolojisini olumsuz etkileyecek uygulama olduğu iddiasıyla, AİHM’e başvurmuşlardır.
Fransız hükümeti ise; Fransızcanın devletin dili olduğu, bunun Fransa’nın egemenliğinin ve kimliğinin bir parçası olduğunu, öğrenim, çalışma dili ve kamu hizmeti alırken ve verirken kullanılan dilin Fransızca olduğunu yasalarıyla belirtmiştir. Fransa yasalarına göre Fransızca dili dışında bir dilin ve alfabenin simge ve harflerinin resmi yazışmalarda veya dokümanlarda kullanılamayacağını, dolayısıyla resmi makamların Katalan dili veya herhangi başka bir dildeki alfabeye göre değil, Fransızcadaki yazım şekline göre yazılabileceğini belirtmiştir.
Hükümet, Fransa Devleti topraklarında bölgesel olarak, özel hayatta ve kültürel faaliyetlerde kullanılan herhangi bir dilin idareye ve kamu hizmeti sunan makamlara empoze edilemeyeceğini belirtmiştir.
Mahkeme, ’Marti’ isminin Fransızca haliyle ’Martin’ şeklinde yazılmasının çocuğun psikolojisinde minimal düzeyde bir etkisi olacağını ve dolayısıyla isminin Fransızca ile uyumlu olmasının özel hayatını etkilemeyecektir. AİHS 35. Maddesinin 3 ve 4. fıkralarına göre, 8. maddenin ihlal edildiği iddiası yersizdir.
Mahkeme, ayrımcılık konusundaki 14. maddenin ihlal edildiği iddiasıyla ilgili olarak ise; hükümetin konulmuş olan kuralların bir ayrımcılık yapılmaksızın ülkede yaşayan herkes için geçerli olduğu savunmasını haklı bulmuş, dil birliği amacıyla devletin belli bir dil politikası olmasını objektif ve mantıklı kabul etmiştir. Kaldı ki devletlerin bu konuda geniş bir takdir hakkı da vardır.
Bu gerekçeler dikkatle okunmalıdır.
AİHM içtihatlarını özetlersek: 1. Devlet dili egemenliğin ve kimliğin parçasıdır. 2. Bir dilin siyasi, kamusal ve resmi kullanım alanı ile özel, kültürel ve günlük kullanım alanı farklıdır. 3. İdari konularda isteyen istediği dili kullanma özgürlüğüne sahip değildir. 4. Düşünceyi açıklama hürriyeti, dil hürriyetini içermez. 5. Devletin dil birliği politikası olması, hakkı vardır.
AİHM’in azınlık ve etnik dillerin devlette yeri olmadığına dair, ülkemizi de bağlayan bütün kararları böyledir. “Kürtçe” yi TRT, YÖK, MEB ve AA gibi yollarla idareye sokan siyasi iktidar egemenliğimizle oynuyor. PKK ise, “Ana dilde” eğitim bahanesiyle egemenlik talebinde bulunuyor.
SONUÇ: Demek ki, uluslararası hukuka göre ana dilin günlük hayatta kullanılması haktır. Ama, eğitim dili veya ikinci resmi dil olması nâhaktır. Devlet faaliyetlerinde yeri yoktur. Devletin her işi anayasada belirlenen dille olur. Egemen devlet olmak budur.