Alfred Rüstem 1854 yılında Osmanlı İmparatorluğu hizmetine girmiş bir Polonyalının oğluydu. Babası devlet görevlisi olarak Midilli Adası’nda görev yaparken 1862 yılında bu adada dünyaya gelmişti.
Alfred Rüstem, 1882 yılında Bulgaristan’da Osmanlı diplomatik misyonunda Fransızca tercümanı olarak başlamış ve daha sonra da değişik diplomatik görevlerde bulunmuştu. 1914 yılında Washington Büyükelçiliği görevine atanmış ancak ABD’de yapılan Osmanlı aleyhtarı propagandalara Batı dünyası ve ABD’yi suçlayan yazılar yayınlayarak cevap verince ABD hükümeti tarafından istenmeyen kişi ilan edilmiş ve İstanbul’a dönmek zorunda kalmıştı.
Alfred Rüstem 1. Dünya Savaşı sırasında İstanbul’daydı. Savaş sonrasında Atatürk önderliğinde başlatılan Millî Mücadele’yi örgütleme faaliyetlerini yakından takip etmiş ve hiç kimse davet etmemesine rağmen Sivas Kongresine katılmıştı. Kongreden sonra da Sivas’ta kalmış, Heyeti Temsiliye ile beraber hareket etmişti…

1920 yılı Haziran’ıydı…
Yunanlılar Bilecik’teki bir taarruz sırasında galibiyet elde etmişti. Zira; Türk askeri bu taarruzda hiçbir varlık gösterememiş Atatürkbölgenin sorumlularını dinlemek ve TBMM’de yapılan tartışmalardan sonra incelemelerde bulunmak üzere Bilecik’e bir heyetle gitmişti. O heyette Alfred Rüstem Bey’de bulunuyordu.
İncelemeler yapıldı heyet akşam yemeği yemek için sofraya oturdu…
Günün şartlarında yiyecek bulmak güçtü. Hatta Atatürk''ünMİlli Mücadele muhasebecisi yumurta almak için kürkünü bile satmıştı…
Alfred Rüstem Bey Atatürk''ten 19yaş büyük, oldukça alıngan bir kişiliğe sahipti.
Yemek yendi. Alfred Rüstem Bey sigara yaktı. Atatürksigarayı işaret ederek seslendi...
“Acele etmeyin Rüstem bey, iştahınız kapanmasın, yemek devam edecek”
Alfred Rüstem Bey alınganlık gösterdi ve birden sesini yükseltti:
“Sizden müsaade almadan sigara içmeyi adaba aykırı bularak bana ihtarda bulunuyorsunuz, yemek arasında hep sigara içilirken bugün neden müsaade almama lüzum görüyorsunuz”
Hışımla sofrayı terk etti. Sofra buz kesti…
Parasızlıktan her akşam tek yemek çıkıyordu. Elde para pul neredeyse yoktu.
Atatürk o akşam arkadaşlarına sürpriz olsun diye irmik helvası yaptırmıştı. Yemekten sonra helva gelecekti, o nedenle Alfred Beye, “sigara yakmak için acele etmeyin” demişti.
Alfred Rüstem Bey’in helvadan haberi yoktu. Kendini aşağılanmış hissetmiş, yaşananı abartmıştı. Mazhar Müfit Bey yanına gitti helva olduğunu Atatürk’ün bu nedenle sigara içmemesini önerdiğini anlattı, tekrar sofraya davet etti. Ancak Alfred Rüstem Beyi ikna edemedi:
“15 kişilik sofrada beni adap bilmeyen biri olarak aşağıladı, bu işin şakası yok, haysiyetimi muhafaza etmek için Paşa’yı düelloya davet etmek mecburiyetindeyim, Paşa’ya bildiriniz”
Mazhar Müfit Bey duyduklarına inanamadı:
“Yahu Alfred Bey delirdin mi, Paşa’yı öldürmek mi istiyorsun”
Alfred Rüstem Bey “Bilakis” dedi. “Ona zarar vermeyeceğim, ben yaralanacağım veya öleceğim ama bu suretle haysiyetimi muhafaza edeceğim, silahı Paşa seçsin!”
Mazhar Müfit gülümsedi, sofraya döndü, düello davetini aktardı.
Atatürk gayet ciddi bir ifadeyle “pekala” dedi ve ekledi:
- Silah olarak süpürge sopasını seçiyorum!”
O sözler sofrada kahkahalarla karşılandı ve salondaki gülüşmeler dışarıya kadar taştı.
Alfred Rüstem de o gülüşmeleri duydu ve adeta çileden çıkarak yemek yenilen binayı terk etti…
Alfred Rüstem, Mahzar Müfit Bey’e de küstü. Sonraki günlerde Ankara milletvekili seçilmiş olmasına rağmen vekillikten istifa etti, bir müddet sonra Avrupa gazetelerine Millî Mücadele hakkında yazılar yazmak için İstanbul’a gitti. Geçinecek parası olmadığı için bu yazıların karşılığı olarak kendisine 150 lira aylık bağlandı. ömrünün sonuna kadar Cumhuriyet için çalıştı…
Kaynak:
Mazhar Müfit Kansu’nun ‘’Erzurum’dan ölümüne kadar Atatürk’le Beraber’’
Teoman Özalp ‘’Atatürk’ten Anılar’’ İş Bankası Kültür Yayınları, 1992
Not: Kazım Özalp’in anılarında Alfred Rüstem’in Atatürk’ten özür dilediği ve olayın kapandığı anlatılır. Özalp, daha sonraki yıllarda Alfred Rüstem’in düelloya meraklı olduğunu ve Osmanlı Elçisi olarak görev yaparken Osmanlı aleyhine konuşan bir Yunanlı diplomatı düelloya davet ettiğini ve düello sırasında yaraladığını, kendi boynunda bulunan yara izinin de bir başka düelloda aldığı yaranın izi olduğunu öğrendiklerini anlatır. Atatürk zaman zaman bu olayı hatırlayınca; ‘’İşin şakası yokmuş. Az kalsın başımıza iş çıkaracakmışız.’’ diye şaka yapar ve gülüşürlermiş.