Atatürk’ün cenaze töreni, Vahîdettin’in na’şı

Atatürk’ün cenaze töreni, Vahîdettin’in na’şı

Mustafa Kemal Atatürk’ün cenaze namazı niçin camide kılınmadı? Merak ettiniz mi?

Kimileri “dinsizlik”, “irtica” tartışmalarını sık vurgular.

Zamanımızda Vahîdettin önde ya... Kıyas edilmesi gerekiyor. Vahîdettin, 16 Mayıs 1926’da, İtalya-Sen Remo kasabasında hayatını yitirdi. Cenazesinin Türkiye’ye getirilmesini Ankara kabul etmeyince Şam’da Süleymaniye Külliyesi’nin kabristanına defnedildi.

Merak ediyorum. Vahîdettin’i sembolleştirerek muarızı Mustafa Kemal’i gölgelemek için, son padişahın ta sürgünde, cariyesine hediye ettiği köşk onarılıp sembol hâline getiriliyorsa, Vahîdettin’in na’şı neden hâlâ Suriye’de? Neden getirilmiyor? Süleymaniye Külliyesi’nden alınıp Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ndeki Millet Camisi’nin hazîresine defnedilebilir.

Böyle yurt dışından bilinen isimlerin cenazeleri getirilmişti. Meselâ; Enver Paşa’nın cenazesi... Enver Paşa, Orta Asya Türklerinin istiklâli için mücadele ederken Tacikistan sınırları içinde kalan Pamir Dağları eteklerinde Abiderya köyünde şehit düşmüş, Belcivan kasabası yakınlarında Çegan Tepesi’nde defnedilmiş, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in teşebbüsüyle 1996 yılında na’şı Türkiye’ye getirilerek İstanbul Mecidiyeköy’de Abide-i Hürriyet Tepesi’ne gömülmüştü.

Cumhuriyetin 100. yılı kutlamalarında kercine (İnadına. Yozgat ağzı) Vahîdettin öne çıkarıldığına göre, Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünün 85. yıldönümünde pekâlâ Vahîdettin’in na’şının getirilmesine dair fikrî temrine geçilir, halk koskoca Osmanlı Devleti’nin son padişahının na’şı neden Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ne nakledilmesin ki, düşüncesiyle yoğrularak zemin hazırlanır, sonunda da ilk padişahımızın kabri sınırlarımız içindeyken, son padişahımızın kabri de sınırlarımız içinde olmalı noktasına getirilir ve sonra kimsenin itirazına meydan vermeden Vahîdettin’in na’şı törenle nakledilir.

Bilmiyorum başka dillendiren oldu mu? Benden hatırlatması!

Şu kadarını söyleyeyim. Vahîdettin’in na’şı elbette taşınır. Niçin taşındı, denmemeli. Osmanlı Devleti olmasaydı, Türkiye Cumhuriyeti olmazdı. Ona tazim eden tıynetini de ortaya koyar, siz de notunuzu verirsiniz!

İlericilik, gericilik tartışması yıllar boyu tartışılmıştı. Bu yüzünden cenaze namazı meselesi tartışmaya açılmıştı.

“Atatürk’­ün cenaze namazı elbette kılınacaktı. Ama, nerede?

Cenaze sırasında bir takım geri kafalı kişilerin laikliği kötülemek amacıyla dini gösteriler yapmasından, kısaca bir irtica hareketinden kuşku duyuluyordu. Hatta, sızan haberler arasında, böyle bir hareket için Atatürk’ün daha komadaki günlerinde başlayan bir hazırlık yapıldığı da var­dı.

İrtica, elbette görüldüğü yerde ezilecekti. Ama, bütün bir ulusun Atatürk’e karşı son görevini yaparken, törenin düzenini bozmamak için, her şeyden önce böyle bir hare­kete meydan verilmemesi gerekliydi.” (Metin Soysal, “...Ve, Atatürk’ün Cenaze Namazı Cemide Kılınmadı”, Yıllarboyu Yakın Tarih Dergisi, S. 8, Kasım 1978)

Dönemin anlayışı içinde “geri kafalı”, “mürteci”, irtica” ithamları yaygındı. Nereden nereye gelindi... “Geri”nin g’si, “mürteci”nin “m”si, “irtica”nın “i’si dahi söylenebiliyor mu?

Bu gelişe asıl sebep kimler? Bu ithamlarla yürüyenlerin muvazene kuramamaları, asıl geri kafalı, mürteci, kime denir, nerede nasıl kullanılır bilmeyenler, bir kalıp içinde düşünenlerdir. Şimdilik bu kadar diyeyim.

Mustafa Kemal Atatürk’ün cenaze namazı kılınıp kılınmayacağı ve kılınırsa nerede ve nasıl kılınacağı tartışılmıştır.

***

Cenaze törenine komutan tayin edilen Org. Fahrettin Altay anlatıyor:

“I. Ordu Komutanı olmam, dolayısı ile beni bu Büyük İnsan’ın cenaze törenine komutan olarak tayin etmişlerdi. (...)

Yardımcılığıma Korgeneral Cemil Cahit Toydemir verildi. Bu merasimle bütün dünya ilgileniyordu. İngiltere Çanakkale’de savaşan Mareşal Birtfood’u memur etmiş, komşu devletler birer bölük asker ve diğer devletler de birer heyet göndermişlerdi.

“Programa göre Cenaze İstanbul’dan alınacak Ankara ya gönderilecekti. Ankara ya sordum:

‘- CENAZE NAMAZI İSTANBUL DA MI yoksa ANKARA’DA MI KILINACAK?’

Akşama kadar bir cevap, alamadığım için akşam tekrar sorduruyordum.

‘YARIN SABAH BAŞBAKAN CELÂL (CELÂL BAYAR) BEY GENEL SEKRETER HASAN RIZA BEY’LE ORAYA GELECEK GÖRÜŞÜRSÜNÜZ’

cevabını aldığım vakit hayret ettim acaba bunda görüşecek ne var?

Ertesi sabah geldiler. Dolmabahçe Sarayında Toydemir’le beraber buluştuk, düşünceleri:

İstanbul da veya Ankara da cenaze namazı esnasında bazı dini olaylar meydana gelmesinden lâyik Hükümet çekiniyormuş, namaz kılınmazsa, olmaz mı?

Kendilerine,

‘- Bir şey olacağını sanmam, mutlaka namazın kılınması şarttır. Bu gelenek olmuş dini bir vecibedir, namaz kılınmazsa bu millet elli sene sonra yüz sene sonra mezardan çıkarır namazını kılar. Onun için namaz kılınmayacaksa beni vazifemden affetmenizi rica ederim...’ Toydemir de bana katılmıştı. Bu defa,

‘- Evet namazı kılınsın amma mutlaka bir camide kılmak mecburi midir?’

‘- Hayır namaz her yerde kılınabilir burada içeride veya dışarda namazı kılar cenazeyi götürürüz’

Böylece muvafakat hasıl olunca Celâl Bey,

‘-Vakıflar müdürü Şerafettin Efendiyi davet edelim namazı o kıldırsın’

diyerek toplantıya son verdi.

Ertesi sabah Saray da birkaç saf teşkil edilmiş Şerafettin Efendi imam olarak cenaze namazını kıldırmış sonra tabut omuzlarda taşınarak top arabasına konulmuş oradan Sirkeci ye büyük merasimle ve uzun yol boyuna dökülen İstanbul halkının gözyaşları ile nakledilerek Yavuz Zırhlısı’na emanet edilmiş ve İzmit’te trene vagonun penceresinden bindirilmek sureti ile Ankara’ya getirilmişti...

Ankara’da büyük bir huşu içinde herkes Meclis önüne konan tabutun önünde gözyaşı döküyordu.” (Fahrettin Altay, 10 Yıl Savaş ve Sonrası, İnsel Yayınları, 1970, s. 501-502)

Cenaze namazını kıldıran İstanbul Üniversitesi öğretim üyesi de olan Prof. Şerafettin Yaltkaya idi.

Yazarın Diğer Yazıları