Ayasofya'nın açılacağı tarih ile ilgili çarpıcı Lozan detayı!

Ayasofya'nın açılacağı tarih ile ilgili çarpıcı Lozan detayı!
Danıştay kararının ardından cumhurbaşkanlığı onayıyla Ayasofya cami statüsüne çevrilirken, dün akşam açıklamalarda bulunan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ilk namaz için 24 Temmuz cuma gününü işaret etmesi, akıllara 24 Temmuz 1923 yılında imzalanan Lozan Anlaşmasını getirdi.

Danıştay'ın Ayasofya’yı müze yapan 24 Kasım 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararını iptal etmesinin ardından, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan kararname imzalayarak Ayasofya'yı Diyanet İşleri Bakanlığı'na devretti.

Erdoğan'ın dün akşam saatlerinde yaptığı açıklamada ise, Ayasofya'nın 24 Temmuz 2020 Cuma günü cuma namazının ardından ibadete açılacağını duyurdu.

Erdoğan'ın açıkladığı 24 Temmuz tarihinin ise Lozan Barış Antlaşması'nın 97. yıldönümüne denk gelmesi dikkat çekti. İlk namaz için 24 Temmuz cuma gününü işaret edilmesi, 24 Temmuz 1923 yılında imzalanan Lozan Anlaşmasına gönderme mi yapıldığı sorusunu akıllara getirdi.

YİĞİT BULUT'TAN LOZAN GÖNDERMESİ

Ayasofya kararının ardından sosyal medyada çok fazla paylaşım yapılırken, Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Yiğit Bulut'un bu paylaşımlardan birini paylaşılması ise tartışmalara neden oldu.

İşte o paylaşım;

yi-1.jpg

Erdoğan ise, 2016 yılı Eylül ayında muhtarla hitaben yaptığı konuşmada Lozan Antlaşması için şu ifadeleri kullanmıştı:

EYLÜL 2016: LOZAN’I ZAFER DİYE YUTTURMAYA ÇALIŞTILAR

“1920’de bize Sevr’i gösterdiler, 1923’te Lozan’a razı ettiler. Birileri bize Lozan’ı zafer diye yutturmaya çalıştılar. Şöyle bağırsan sesinin duyulacağı adaları biz Lozan’la verdik. Kıta sahanlığı ne olacak, havada ne olacak, karada ne olacak hâlâ bunun mücadelesini veriyoruz. İşte bunun nedeni, o anlaşmada masaya oturanlar. O masaya oturanlar bunun hakkını veremediler, veremedikleri için onun sıkıntısını şimdi biz yaşıyoruz. Herhalde bu darbe (15 Temmuz 2016) başarılı olsaydı, Sevr’i bile aratacak bir anlaşmayla karşımıza çıkacaklardı.”

KASIM 2016: LOZAN KUTSAL BİR METİN DEĞİLDİR

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Lozan Antlaşması’na yönelik eleştirilerine Kasım 2016’da da devam etti. Bir önceki konuşmasındaki ifadelerden rahatsız olanlara tepki gösteren Erdoğan, şunları söylemişti:

“Biz, 22 milyon kilometrekarelik dünya ölçeğinde toprağı görmüş devletin varisleriyiz, daha yeni, daha şurada 3 milyon kilometrekarelik topraklara sahiptik. Lozan ifadesini kullandığımda birileri rahatsız oldu. Niye rahatsız oluyorsunuz. Lozan’da da 3 milyon kilometrekarede bir yerler tırmıklandı, 780 bin kilometrekareye düştük.

Burnumuzun dibindeki yerler alındığında bununla iftihar edenler oldu. Bu nasıl oluyor ya, elindekini veriyorsun, hâlâ başarılı çıktık diyorsunuz. Milletimiz Çanakkale Savaşı ile, İstiklal Harbi ile bize yine de dar gelen bir gömlek olsa da bugünkü sınırlarımızı belirlemiştir.

Milletimiz İstiklal Harbi’ne başlarken bir hedef koymuştur, bu hedef Misak-ı Milli’dir. Lozan’daki kazanımları taktirle karşılıyoruz, ama İstiklal Harbi ile kazanıp Lozan ile kaybettiğimiz bazı haklarımızı dile getirmemize mani değildir. Lozan kutsal bir metin değildir, elbette tartışacağız. Birinci dünya savaşı, ikinci dünya savaşı, soğuk savaş geride kaldı. Soğuk savaş sonrası kurulan dengeler yıkılıyor. Bizi Lozan’a hapsetmeye çalışıyorlar, kusura bakmayın.”

EKİM 2019: LOZAN’I DÖNEMİN ŞARTLARINDA DEĞERLENDİRMEK LAZIM

Cumhurbaşkanı Erdoğan Ekim 2019'daki TRT World Forum’da yaptığı konuşmada ise Lozan Antlaşması konusunda çok daha temkinli konuştu. Lozan’ın günün şartlarına göre değerlendirilmesi gerektiğini belirten Erdoğan, şunları söyledi:

“I. Dünya savaşının ardından kurulmaya çalışılan yeni dünya düzeninde Türk milletine yer verilmemiştir. Anadolu’nun içinde küçük bir alana sıkıştırılan, siyasi, askeri ekonomik olarak tam manasıyla bitirilmiş bir devleti bize adeta bahşetmişlerdi. Millet olarak bu zilleti elbette kabul etmedik. İstiklal Savaşımı zaferle sonuçlandırmamızın ardından Lozan’da varılan mutabakat, kabul edebileceklerimizin asgarisini oluşturuyordu.

Öyle ki Samsun, Erzurum, Sivas ve Ankara hattında şekillendirilen İstiklal Mücadelemizin hedefi olan Misak-ı milli sınırlarımızdan dahi ciddi fedakarlık yaparak bu neticeye ulaşmıştık. Hiç şüphesiz bu tip esneklikleri dönemin şartları içinde düşünmek, değerlendirmek, yargılamak gerekir. Bunu yapacak olan da tabi ki tarihçilerdir.”