HANÇERDEKİ PARMAK İZLERİ...

HANÇERDEKİ PARMAK İZLERİ...
HANÇERDEKİ PARMAK İZLERİ...

SELCAN TAŞÇI, KÜRDİSTAN PROJESİ ÜZERİNDEN TÜRKLÜĞE VURULAN DARBENİN İZİNİ SÜRDÜ...

SELCAN TAŞÇI, KÜRDİSTAN PROJESİ ÜZERİNDEN TÜRKLÜĞE VURULAN DARBENİN İZİNİ SÜRDÜ...

 

 

“Türklüğü” hedef gösteren rapor

ABD Ankara Büyükelçiliği’nin “Kürt Sorunu”nu analiz eden 19 Eylül 1979 tarihli kriptosunda
Türkiye’nin etnik temelde bölünmesini engelleyen en güçlü yapıştırıcının Atatürk’ün ortaya koyduğu şekliyle “Türklük” kavramı olduğuna dikkat çekildi; böylece “tasfiye”nin hedefi de belirlendi

 


Her gün bir yerlerde bombalar patlıyor, birilerinin üzerine mermi yağıyor, onlarca eve ateş düşüyor, insanların yüreği yanıyordu. Şehirler, kasabalar, köyler, sokaklar, isimler, “taraf”lar değişse de manzara aynı kalıyordu;
Sonu gelmeyen cenazelere omuz veren acılı, öfkeli, karamsar kalabalıklar...
Türkiye’de kanın oluk gibi akmaya başladığı o günlerde, tam da  “darbe”  için  “şartlar olgunlaşırken” , kenara köşeye sıkışmış küçücük bir haber yer aldı gazete sayfalarında:
- Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ve Devlet Bakanı Hikmet Çetin’in önümüzdeki günlerde Irak’a gideceği bildirildi!
6 Nisan 1979 günü yayınlanan (Milliyet Gazetesi) bu haberi takip eden günlerde gerçekten de Irak’a gidildi. Görünürdeki gündem Irak’la yaşanan petrol kriziydi ama o sırada Türkiye’nin tek sıkıntısı bu değildi.  “Apocular” Diyarbakır’ı başkent ilan etmişlerdi ve Irak’ta -aslında-  “Kürt sorunu” görüşülecekti.
Pakistan eski Devlet Başkanı Zülfikar Ali Butto ile İran eski Başbakanı Amir Abbas Hüveyda’nın idam edildiği, Orta Doğu’nun -bizim neslin “Arap Baharı” vasıtasıyla tanık olduğuna benzer- bir kaosta debelendiği o günlerde Milli Savunma eski Bakanı H. Esat Işık’tan gelen açıklama dikkat çekiciydi:
 “Orta Doğu yeni bir siyasi harita oluşturma çalışmalarına sahnedir.”
Ve ne tesadüftür ki o sahnede rolü her gün biraz daha parlatılan Kenan Evren, sonraki süreçte  “bölge valilikleri” adı altında ülkenin idari yapısını  “eyalet modeli” ne dönüştürmeyi deneyecek, “çok bayraklılığı” önerecekti!

 


Türkiye’nin bölünme süreci nasıl başlar

“Bizim Çocuklar” ın kendilerine verilen görevi yerine getirip getiremeyeceğini dikkatle izleyen ABD’nin de gündemi farklı değildi. Türkiye’de yaktıkları ateş her mahalleye, her amfiye, hatta her aileye sıçramış çoktan alev almıştı.  “Müdahale” gününe kadar beklemekten başka yapacak bir şey kalmamıştı; onlar da  “Kürt Sorunu”na (Yıllar sonra Erdoğan’ın ağzından duyduğumuz “Kürt Sorunu” bir “kavram” olarak Turner tarafından hazırlanan CIA raporunda kullanılmıştı) odaklandı.
ABD Ankara Büyükelçisi Ronald Spiers’ın, Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nın talimatı üzerine Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ile yaptığı görüşme içeriğiyle ilgili 19 Eylül 1979 tarihli kriptosunda dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’in tutumu da rapor edilmişti. Büyükelçi Spiers, ABD’ye Türkiye’nin bölünme sürecinin  “Kürtlerin ayrı bir etnik topluluk olduğunu kabulden geçtiğini” bildirdi:
 “Artan etnik bilinçlenme, Türkler’in Türkiye’nin Doğu illerindeki gelişmelerle ilgili olarak duydukları kaygıları ar
ttırmıştır. Birçok Türk, Ecevit hükümetinin tartışmalı görüşlerin ortaya konmasına gösterdiği hoşgörünün, Türkiye’nin etnik çözülmesinin başlangıcı olabileceğinden kaygı duymaktadır. Türk seçkinleri bir biçimde yan tutmamakla birlikte Türklük kavramının, Atatürk’ün de söylediği gibi, etnik ve kültürel çeşitliliğe sahip ülkeyi bir arada tutmada gerekli bir yapıştırıcı olduğu yolundaki ortak inancı paylaşmaktadır. Bu kişilerin çoğu Kürtlükten açıkça söz edilmesinin ve Kürtlerin ayrı bir topluluk olduğunu kabul etmenin Türkiye’nin bölünmesinin başlangıcı olabileceği yolundaki kaygılarını bize söyledi.”
Spiers’a göre Türkiye’de bir Kürt ayaklanması için uygun koşulların bulunmamasının yegane sebebi TSK idi:
 “Doğuda Türk askeri kuvvetlerinin sayısı çok büyük. Radikal Kürt Grupları kendi güçlerini ” abartabilir “ ya da Türk ordusunun zayıflığını ya da kararlılığını yanlış hesaplayabilirler.”
ABD “bölmeye karar verdiği” nde neyi ortadan kaldırması gerektiğini böylece öğrenmişti:
Türklük!
Bu yoğun ilgiden anlaşılıyor ki, Türklüğe nişan alırken kullanacağı silahı da çoktan seçmişti:
Kürtlük!
Veya genelleme ile söylemek gerekirse;
Etniklik!

 


 

CIA’nın gözü TSK’nın üzerinde

ABD Dışişleri Bakanlığı, Spiers’ın Evren’le  “Kürt Sorunu” nu görüşmesini ezbere istememişti. Bu görüşmeden sadece birkaç hafta önce CIA Başkanı Stansfield Turner’ın masasına bir rapor geldi:
 “The Kurdish Problem in Perspective” (20 Ağustos 1979)
Raporun hazırlanmasını Turner istemişti. Önündeki belge, Türkiye, İran, Irak, Suriye ve Sovyetler Birliği’ndeki CIA birimlerine verdiği  “Sorumlu olduğunuz ülkelerle ilgili ortak bir çalışma yapın ve en kısa zamanda bir Kürt raporu hazırlayın” talimatının neticesiydi.
Yazılanlara bakılırsa ABD’li istihbarat yetkililerinin gözü TSK’nın üzerindeydi:
 “(Türkiye) Doğu ve Güneydoğu’daki askeri birliklerini güçlendirdi. Hükümetin kaygısının nedeni Türkiye’deki Kürtlerle komşu ülkelerdeki Kürtler arasındaki haberleşmenin ve silah kaçakçılığının artması olmakla birlikte, asıl neden, zaman zaman Kürt azınlıkla daha önce meydana gelen çatışmaların devlet bütünlüğünü tehdit etmesiydi.”

 


Tarihimizle yüzleştiriyorlar!!!

Vurgulardan biri bugün sıkça başvurulan  “tarihimizle yüzleşelim-hesaplaşalım”  söylemlerinin temeli gibiydi.  Raporda, Atatürk’ün modernleştirme ve merkezileştirme reformlarına karşı çıkan Kürtlerin, devlet karşıtı etkinliklerinin “acımasızca”  bastırıldığı söylenmişti.
İhtiyaç hasıl olduğunda yönelinecek “hedef kitle” de tespit edildi:
 “Kürt milliyetçilik duyguları, şimdi çoğu eğitilmiş olan ve çoğu kentlerde politize olmuş Kürt gençler arasında yayılıyor. Kültür derneği adıyla oluşturulan kuruluşlar, özerklik ve bağımsızlık için çalışıyorlar...”
 “Kürt birliği” nin sağlanmasına da çalışmayı planlıyor olmalı ki, CIA ajanları  “Türkiye’deki Kürtler ile Irak ve İran’dakilerin işbirliği yapamamasının en temel nedeninin lehçe ayrılığı olduğu”  konusuna özellikle değinmişti.
Rapor bir de önemli bir  “eksikliği” gündeme getirmişti:
 “Kürt gruplarını birleştirme yeteneğine sahip tek bir liderin bulunmaması...”

 


Dağdaki terörist hapisteki lidere dönüştürüldü

 “Kürt sorununu çözecek lider arayışı” başka bir boyutuyla yabancı olmadığımız bir konu aslında. Henry Barkey ve Graham Fuller’in önce 1997, ardından da 1999’da tekrarladıkları o sözleri hatırlayın:
 “Kürtler hem geleneksel partiler, hem de kendi partileri aracılığıyla TBMM’de seslerini duyurma çabalarında başarılı olamıyor. T.C. yasaları ” bölücülük “ damgası vurarak tüm girişimleri engelliyor. Türkiye’de bu sorunu askeri olmayan yöntemlerle çözme cesaretini gösterecek lider yok.”
Ümraniye Davası sanıklarından Oktay Yıldırım  “Savaşmadan Kaybetmek / Türkiye’nin Silahsız İşgali”  kitabında, Öcalan’ın Türkiye’ye tesliminin “Kürtler için siyasal lider inşası projesi” nin parçası olduğu notunu düşüyordu:
 “Proje orta vadede Irak’ın kuzeyindeki parça ile birleşmektir (...)  1998’de ABD’de Irak’ı Kurtarma Yasası adında bir yasa çıkartılıp bütçesi bile o yıllarda hazırlandı. Bu siyasallaşmanın sembolü olarak Abdullah Öcalan’ın teslim edilmesi ile dağdaki terörist, hapisteki lidere dönüştürüldü.”
Hapiste bulunan öteki  “cesur lider” in kim olduğunu, iktidara getiriliş hikayesiyle birlikte ayrıca anlatacağız.

 


Oğul Barzani sırasını bekliyor

Moda tabirle  “büyük fotoğraf” ı doğru kavrayabilmek için  “Büyük Kürdistan” projesinin çok ayaklı olduğu gibi çok “lider adaylı” olduğunu da hatırdan çıkarmamak lazım:
Türkiye’nin  “radikal Kürt gruplar” ın Sovyetler Birliği himayesinde olduğundan neredeyse emin olduğu 1979 yılında, ABD ilginç bir misafiri ağırlıyordu.
Daha 1966’da  “İstiklal davamızı bir gün muhakkak kazanacağız. ’Kürdistan’haritasını dünya milletlerine kabul ettireceğiz. Irak’tan sonra ikinci mücadele cephemiz Türkiye olacaktır. Fakat bu mücadele için zaman çok erkendir” diyerek, eski ABD Başkanı Woodrow Wilson’un 1920 tarihli haritasına bağlılığını ortaya koyan Molla Mustafa Barzani, kendisini Georgetown’da Amerikan hekimlerine emanet etmişti!
Molla Mustafa Barzani sadece Irak’ta değil Türkiye’deki  “bölücü Kürtçü” hareket üzerinde de etkin bir figürdü. 1958 darbesinden sonra Irak’a dönen ve IKDP’yi kuran Barzani 1961’de Irak’a karşı ayaklandı. 1974’te Irak’ın ayaklanmayı tam manasıyla bastırması ve IKDP güçlerini dağıtmasından etkilenen ülkeler arasında Türkiye de vardı. İran ve Suriye ile birlikte Barzani’ye bağlı militanların bir bölümü de Türkiye’ye sızdı. Bu olay Türkiye’de “din” ile iç içe geçirilen ve Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki isyanların karakteriyle örtüşen, tekkelerinde Said-i Nursi’nin görüşleri üzerinden etnikçilik yapan, Fakilerce desteklenen  “Kürt-İslamcı”  kanadın yeniden palazlanmasını sağladı.
Akciğer kanseri olan Molla Mustafa Barzani 3 Mart 1979’da, tedavi gördüğü ABD’de öldü. Oğul Mesud Barzani ise, babasının  “mirasını” devralacağı günü beklemek üzere, Virginia’da CIA binasının yakınındaki evinde  “yasa” büründü.
Acaba, ABD’nin mavi boncuk dağıttığı adaylar arasından sıyrılarak  “cesur lider” olmayı başarabilecek miydi?

 

YARIN: NEO-CON’LARIN DOĞUŞU