Bir Urfa hikayesi; "Kötüler"in son manzarası...

Tarihin köşelerine, zamanın yıpranmış ipiyle asılan manzaralar arşive kalktı sanki orada...

Geçmişle ilgili ne varsa orada, bir anda maziye döndü belli ki...

Oysa bizi, eskinin o yoksul tabloları içerisinde tutan zamanın, beyhude tükenişi neleri götürmedi ki bizden?..

Hepimizi, herkesi tüketen o eski manzaraların içerisinde, yokluğa, çaresizliğe, yoksulluğa rağmen tebessüm eden ve bizi orada bir umut gibi tutan o eski zamanlar, hızlı atlara binip gittiler çok eskilerde...

İşte o yoksul, mazlum ve çaresiz mahallede, herşeyi kendi içinde çırpınırken gösteren o manzaraların neredeyse hiç biri yok artık;

Kocaları mayında ölmüş yaşlı kadınlar oturmuyor artık, eskimiş tahta kapıların önünde...

Sigaradan sararmış parmaklarının arasında kehribar tesbihleri dönerken, zamanın eski günlerinden hikayeler anlatan o yaşlı adamlar da yok artık...

Pikaplardan yürek yakan gazeller de yükselmiyor gecekondulardan, türküler de mırıldanılmıyor yare kavuşmanın düşlendiği köhne sokaklardan...

Çocuklar, gecekonduların  arasındaki küçücük meydanı, sararmış ampulüyle aydınlatan o pejmürde elektrik direğinin altında, gelecekle ilgili hayalleri de anlatmıyorlar artık...

Ne yaz aylarının zalim sıcaklarından kaçmak için yataklar seriliyor damlara, ne de betonarme odaları ısıtmaya çalışan kömür mangalları yakılıyor, acımasız kışlara direnen yoksulluklarda...

Anılara zulmeden tarih!..

Kıymet bilinmeyen zamanlarda ve biçare mekanlarda, insan nasıl gaflet içerisinde eskiyi bile zihninde eskitmişse, zaman işte orada, tarihe ihanet etmişcesine, kendisini var edenlerden ayrılmış halde, bir köşeye atılmış gibi duruyor!..

Tarihin her sayfası dünyanın her köşesinde nasıl giderek antika oluyorsa; her şeyin bir zamanlar tüm yoksulluğa rağmen lezzetli olduğu o mahallede, ne çare ki hiçbir şey artık eskisi gibi değil...

Eski insanların, temiz, coşkulu ve ne pahasına olursa olsun heyecanlı anlarından eser yok;

Tahta arabalarıyla dondurma satan adamlar dolaşmıyor artık kayaların geçit vermediği yollarında...

Oyuncağı andıran minik arabaların içerisinde, eskimo (frigo) satan küçücük satıcıların o cılız sesleri de yankılanmıyor briket duvarlarda...

Limon şekeri, leblebi tozu satan bakkalları da yok artık, "kepek var mı" diye bağırarak hayvanlarına kurumuş ekmekler toplayan çaresizleri de, "demir alıyam... bakır alıyam" diye seslenen hurdacıları da...

Eski gazetelerden yapılmış uçurtmalar uçmuyor çoğu kez mayın kokan semalarında ve taklacı güvercinler hava atmıyor artık oranın betonarme damlarında!..

Havada bazen bir bumerangı andıran çelik- çomağın çocuk çığlığına karışan savruluşlarına da sahne olmuyor artık o terkedilmiş sokaklar...

İçinden artist fotoğrafları çıkan cikletler, naylon torbalarda saklanan gazoz kapakları, antika harabelerin bazaltlarından yapılan misketler ve çamurdan şekillenmiş oyuncaklar da birer

eskimiş hayalet manzarası gibi orada...

Ne bisiklet tekerleklerinden yapılmış çemberlerin arkasında koşuyor çocuklar, ne tahtadan yapılmış atlarıyla bir küheylanı andırırcasına sokakları arşınlıyor yavrular, ne de Şark çıbanı sineklerinin saklandığı briket duvarlarda saklambaç oynuyor sabiler...

Babalarının ekmek mücadelesini bile oyuna çeviren çocukların "Kolcu- Kaçakçı" kovalamacası da yok artık o sokaklarda...

Delik deşik olmuşken, içine bez doldurulmuş futbol toplarının arkasından cizlavetleriyle koşan çocukların, o yoksul heyecanlarından zerre de kalmamış geriye...

Ve ürkütücü, korkutucu hatta acı da olsa; Harran'ın topraklarından Kral Abgar harabelerinin kayalık zeminine savrulan nallarıyla, kurşun sesi çıkartırcasına koşan atların sırtında, kaçakçı hamallarının o heybetli gelişi de yok artık...

Tarih dünyanın her köşesinde, her an kendine ihanet edercesine elbette eskiyor ama, eskimişliğin en çarpıcı manzarasının her zaman hükmedercesine kendini gösterdiği o mahallede, zaman sanki hayalmişçesine, her şeyi geriye süpürüp, ortadan kaybolmuş gibi...

Velhasıl, eski sadece hayale dönmemiş orada... Tüketmiş zaman güzellikleri de, heyecanları da, coşkuları da, korkuları da, umutları da ve artık ardından ağlanan hazin manzaraları da...

Heyhat!.. Her şeyin iyiye dönüştürülmeye çalışıldığı Kötüler'e yapılır mıydı bu kahredici zulüm?..

Zamana yenilen mahalle...

İçinden yalnızca yoksulluk, çaresizlik, korku, mayın- ölüm hikayeleri değil; insan üzerinden iyilik ve güzellik öykülerinin de yansıdığı Urfa'nın Kötüler Mahallesi'nin son ahval ve şeraitidir yukarıdaki öksüz ve yetim bırakılmış manzaralar!..

Yaz sıcaklarını, kışın antik kuyulara depolanmış kar yumaklarıyla serinleten, Suriye'den kaçak eşya getirirken, mayınlara umutlarıyla başkaldıran, yılanlar, akrepler ve Şark çıbanı saçan tatarcık sineklerine elektriksiz- susuz bir viranede direnen, üstelik çoğu zaman iyilerin yaşadığı Kötüler Mahallesi'nin elli yıl sonraki ahvalidir bu satırlar...

Evet; zaman yaşamın her alanında acımasızken, yüzyıllar boyu tarihi kendi içerisinde antikalaştıran Kötüler Mahallesi de kendine zulüm yapmış velhasıl!..

mfarac-3.jpg

Oysa orası; sağında Urfa'nın geçmişine sürekli göz kırpan Şeyh Maksut Türbesi, önünde kraliçeler için mancınıklar dikilen Urfa Kalesi, arkasında Kral Abgar'ın kaçakçılara sığınak olan harabeleri ve tabii ki en geride "Nemrud'un tahtı" olarak bilinen Deyr Yakup Manastırı'nın beşiği andıran kalıntılarıyla, tarihi bir çömleğin içerisinde, bir başkaldırış gibi duran Kötüler Mahallesi...

Sakinlerinin 40 yıl öncesine kadar bazen atlarla, sonraları da külüstür jiplerle Suriye'den kaçak eşya getirerek yaşamlarını sürdürdüğü o soylu mahallede, anılar briket duvarlı- çardaklı evlerin duvarlarında halen sararmış fotoğraflar gibi dursa da, eskinin manzarasından soyunmuş orası!..

mfarac-2.jpg

İşte anıların lezzeti kırk yıllık kahvenin tadı gibi halen eskimiş insanların damaklarında dolaşsa da;  geçmişin manevi manzarasını ayakta tutacak güzellikler zamanın paslı dişlilerinden ne yazık ki kurtulamamış...

Ne dersiniz; yaşamın her anına kötü darbeler vuran bir yüzyılda, adı "Kötüler" olsa da, iyilik ve güzellik orada da silik ve hüzünlü bir mazi gibi mi kalacaktı?..

Yazarın Diğer Yazıları