Çok yazık, çok!
Yeniçağ’ın Pazartesi günkü manşeti, “Büyükşehri PKK istedi, iktidar yaptı, Köşk onadı” idi. Aynı gün Yeni Şafak gazetesinin manşeti ise; “Büyükşehir Piyangosu” olarak atılmıştı.
Yani kayıtsız şartsız iktidarı destekleyen gazeteler ile muhalif gazeteler Büyükşehir Yasası hakkında taban tabana zıt görüşe sahip. Bu yasa Türkiye’yi ilk adımda eyâletleştirecek, şartlar oluştuğunda ise bölecek diyen muhaliflere karşı iktidarı savunan kalemlerin gerekçesi ise hayır, öyle olmayacak, aksine, bu yasa ile köyler ve beldeler büyükşehrin imkânlarından yararlanacak merkezli. Bir de, “Eyalet Yasası” olarak eleştirilen Büyükşehir Yasası’nın bir ABD-AB ve bir Büyük Orta Doğu Projesi olduğunu ileri süren muhaliflere karşı, iktidarı savunanların seslerinin hiç çıkmaması, yani zımni bir kabulün varlığı... Hiç biri, “Yok böyle bir şey, bu yüzde yüz AKP imâlatı bir yasa” diyemiyor. Gerçi, bu Erdoğan’ın öteden beri söylediği, AKP programına aldığı ve şartlar oluştuğu için de hayata geçirdiği bir yasadır diyenler var amma, bu söylem, işin içine AB ve ABD’nin niçin girdiğini izaha yetmiyor? Sahi, Türkiye’deki belde ve köylerin şehirlere bağlanarak büyükşehir oluşturulması AB ve ABD’yi niye bu kadar ilgilendiriyor? Meselâ Polonya yahut İspanya’daki bir şehrin büyükşehir olması Türkiye Cumhuriyeti’ni ilgilendiriyor mu?
Türkiye’nin parçalanmış halini gösteren haritalar ABD, AB kulislerinde, NATO karargâhlarında ve İsrail’in Kültür Ataşeliklerinde bulunmamış olsa bile, Büyük Orta Doğu Projesi’nde açıkça ilân edilen ülkelerin sınırlarının değiştirileceği hedefi ve ABD’li yetkililerin Diyarbakır’dan itibaren Türkiye’nin Irak’ın kuzeyine entegre olacağının daha Irak’ın kuzeyindeki mevcut yapı kurulmadan önce ilânı, ABD Adana Konsoloslarının Diyarbakır ve çevresini mekân tutup bölge halkına, “Türklerle birlikte olma yönlerinizi değil, aykırılıklarınızı öne çıkartın” aklı verirken suçüstü yakalanmaları, ardından da bu yasanın bânisi Erdoğan’ın, “Diyarbakır, Büyük Orta Doğu Projesi’nin yıldızı olacak” ikrârı bu tartışmada iktidarı destekleyen kalemlerin değil, muhalif olan akılların hakikati söylediğini göstermeye yetiyor da artıyor bile...
Bu bahiste Erdoğan’ı kızdırmadan aklıselimi devreye sokmak isteyenler de oluyor. AKP’yi eleştirdiği için Yeni Şafak’tan uzaklaştırılan ve bir hayli aradan sonra Bugün’de yazmasına ses çıkartılmayan Ahmet Taşgetiren bu kalemlerden biri.
Taşgetiren, konu ile ilgili yazısında “Diyarbakır İstanbul mu?” ara başlığı attıktan sonra bakınız neler diyor:
“Büyükşehir Yasası için örnek gösterilen İstanbul ve Kocaeli’ndeki uygulamanın, mesela Diyarbakır ya da Van’da, İstanbul’da ya da Kocaeli’nde durduğu gibi durmayacağı kaygısı çok yaygın.
(...) Belli ki “yerel yönetimlere özerklik” heyecanı en çok Kürt sorunu etrafında oluşuyor. Mesela İzmir için ya da ne bileyim Eskişehir için yerel yönetimlere özerklik heyecanını seslendiren bir siyasi kadro yok. Bu da, Kürtlük bilinci etrafında bir özerkliği çağrıştırıyor.
Belki de bu meseleyi doğru değerlendirmek için İstanbul ile Diyarbakır’ın farkını görmek ve oradan doğru çözüme bakmak gerekiyor.
Belli ki fark, “Kürt nüfus yoğunluğu ve onun üzerine inşa edilen terör olgusu.” Tabii ki halkın terörü desteklediği söylenemez ama terörün halka boyun eğdirme gibi bir sonuç üretmediği de söylenemez.
Diyelim Diyarbakır ya da Hakkâri’de, halkın gerçek iradesi ortaya çıkabiliyor mu sorusunun cevabı çok tatmin edici değil. Görünüşte sandık halkın önüne konuyor ama KCK kanalıyla sokakların damarına girebilen terör iklimi, halk iradesinin özgürce şekillenmesine imkân tanımıyorsa, orada merkezden kopukluğu tamam, ama gerçek bir halk iradesi şekillenmesinin bulunmayacağı da açıktır.
AK Parti’nin bölgedeki temsilcileri, bölge insanı olmalarına rağmen seçim çalışmaları sırasında bazı sokaklara giremediklerini bildiriyorlar.
Şu an bölgedeki yerel yönetimlerin birçoğunun, terör örgütüne finans sağlama aracına dönüştüğü ifade ediliyor. Daha etkin, merkezin daha az kontrol edebildiği bir yapı, terör yapılanması ile el ele verdiğinde sonuç ne olur?
Bu, bölge insanını, örgütlü bir yapının insafına terk etmek anlamına gelmez mi?”
Herkes biliyor ki Erdoğan’ın “Grup kararı” olmasaydı bu yasa Meclis’ten çıkmazdı. Yani AKP’li vekillerin büyük çoğunluğu bile ucu Türkiye’nin parçalanmasına vardığı için “evet” oyu kullanmayacaktı. Tehlikeyi herkes görüyor, herkes biliyor, bile bile lâdes oluyor...
Çok yazık, çok!