Demokratik ihanet ve açılım
Türkiye nereden nereye getirildi ve nereye gidiyor sorusu zihinleri karıştırmakta; olup bitenler geleceğe olan güveni sarsmaktadır. Bugün hayati bir takım sorunlarla, varlığımızın gerekçesi olan milli değerlere, ülke bütünlüğüne, milli devletimize, milli liderlere yapılan saldırılarla karşı karşıyayız. Küreselleştirmenin ne olduğunu yeni yeni anlıyoruz. Bunun önü açılmış milli devletler üzerindeki olumsuz tesirleri bir bir fark ediliyor. AB ile ilgili yıllardır söylediklerimiz bir gerçek olarak karşımıza çıkıyor. İspanya’da ve Türkiye’de olduğu gibi; AB üyeliği ve süreci ülkeleri birleştirmiyor, bölüyor. Aslında, “AB milliyetçi bir proje değil ki; milli menfaatleriniz üzerinde bu kadar hassasiyet gösteriyorsunuz?” ifadelerini kullanan, yerine göre marksist, yerine göre liberal olanlar yanlış şey söylemiyorlarmış.
Yıllardır AB’nin teklif ve dayatmaları ortadadır. İspanyol Başbakanı halkından özür diledi, ama gözü kapalı AB ve “açılım” tutkusu içinde olanlar, hayali üyelik şatoları kuranlar, hâlâ uyanmış değil.
30 Ağustoslar yaklaşırken 30 Ağustoslar bize neyi hatırlatmalı diye hep düşünmüşümdür. Artık, birkaç saatlik tören milliyetçiliğini, tören Atatürkçülüğünü, inanmadan yapılan konuşmaları ve önümüze hazır konan yazılı metinleri aşmak ve biraz samimi olmak durumundayız. “Vatan sevgisi imandandır” hadisini hiç unutmamalıyız.
“Bağımsızlık benim karakterimdir, Türkiye bir maymun değildir, hiçbir milleti taklit etmeyecektir, o sadece öze dönecektir”, “Hangi istiklâl vardır ki; yabancıların nasihatleriyle, yabancıların plânlarıyla yükselebilsin?, Tarih böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir” diyen, manda ve himaye tekliflerini Sivas Kongresi’nde milletiyle beraber yırtıp atan, Milli Mücadeleye inanmış, iç hainlerle, işbirlikçilerle ve dış güçlerle, halkıyla birlikte mücadele etmiş Atatürk’ün değerini yıllar sonra daha iyi anlıyoruz.
Türkiye’nin ve Kürt asıllı vatandaşlarımızın bir etnik sorunu yok, ama bazı aydınlarımızın ve ülkeyi yönetenlerin peşin hüküm olarak zihinlerinde bir etnik sorun var. Bu rahatsızlığı Kürt sorunu olarak genelleyip bütün Kürtlere mal etmek, malum çevrelerin ve örgütün görevi olabilir. Ama bunun en üst yetkililer tarafından ifade edilmesi ve kabullenilmesi, milli kimliğinin farkında olan Kürt asıllı insanlarımız için bir hakarettir. Kürt sorunu, bazı Kürtleri kullananların sorunudur. Aynen Ermeni sorununda olduğu gibi... Acaba Kürtçü ırkçı çizgide olanların neden büyük çoğunluğu Kürt değildir? Neden dost ve müttefiklerimizin adamlarıdır?
İspanya siyasi hakları tanımasına, BASK gerçeğini kabul etmesine rağmen; terörden kurtuldu mu? Teröre dış destek olmamasına rağmen... “Reform ve açılım” adı altında Müslüman azınlık yaratma gayretleri, dış telkin ve dayatmalara açık olmak çözüm olamaz.
Çözüm, “silâhsız, terörsüz taleplere evet, silâhlı teröre hayır” dan geçmez. Hedef, aynı olduktan sonra ne değişir ki? Bölücü ve ırkçı terör, sınırlarınızı tartışan ve egemenliğinizi paylaşmak isteyen, dıştan da desteklenen bir hareket olarak daha fazla demokrasi ile çözülemez.
Çözüm, ciddi devlet adamlığındadır. Ciddi meseleleri, gayri-ciddi sözde gazeteci taşeronlar ve malum danışmanlar kullanarak ayağa düşürmemektedir.
Çözüm, TC vatandaşlığını reddedenlere, yeni sınırlar çizmeye hazır olanlara imtiyaz tanımak ve “pozitif ayrımcılık” tan geçmez.
Çözüm, Türkiye sınırları içinde değil; becerebiliyorsanız Irak’ın kuzeyindedir.
Çözüm, etnik merkezli, her şeyi etnik gözlükle gören taassuptan, ırkçılıktan uzaklaşmadadır. Bunu teşvik etmemektedir.
Çözüm, hukuk devletini işletebilmekte ve yasaları hakim kılabilmektedir. Af yasaları hiçbir zaman çözüm olmamıştır. Devlete meydan okuyanlara ne yapılabilmiştir?
Çözüm, dış politikayı ülke içi güç mücadelesi olarak görmemektedir.
Çözüm, milli kimliği etnik gruplardan biri gibi kabul etmemektedir.
Resmi kanaldan vatandaşları birbirine ötekileştirmenin, kin ve nefret tohumları ekmenin demokratikleşme ile ilgisi olamaz. Dünyada böyle ciddi bir örnek var mı? Şehitlerimize saygılı olalım. Onları teröristlerle bir tutmayalım.