“Demokratikleşme(!)”= Egemenliğin paylaşılması
“Demokratikleşme (!)” sözünü en çok kullananlar, hiç şüphe yok ki, bölücü terör örgütü ve yandaşlarıyla, iktidarın bu işle görevli temsilcileri ve malum medyadır. Neredeyse her cümleye bu sözle başlanıyor ve bunu takip eden “özgürlük (!)” kelimesi hiç ihmal edilmiyor. Hatta diyebiliriz ki bu konuda aralarında nefes kesen bir yarış var. Yarışı ikincilerin önde götürdüğü de bir gerçek.
Elbirliği ile adını “Kürt sorunu (!)” koydukları bölücü terör meselesinin “anahtar” kavramı bu iki sözcüktür. Tarafların(maalesef böyle deniliyor), 6-7 yıldır Türk Milletinden gizli olarak yürüttükleri görüşmelerin, Habur, Oslo ve İmralı/teröristbaşı “mutabakatı” ile aleniyet kazanması üzerine “çözüm(!)” ün APO’nun “Demokratik cumhuriyet” projesi olduğu ortaya çıkmıştır. Şimdi İktidar bu proje çerçevesinde “demokratikleşme” paketi hazırlamaktadır.
Bu durumda, ülkeyi bölmek için insanları öldürmeyi yol seçen terör örgütü PKK, nasıl oluyor da demokrasi ve özgürlükten bahsedebiliyor? Nasıl oluyor da siyasi iktidar, bu kavramlar çerçevesinde terör örgütüyle anlaşabiliyor? Nasıl oluyor da, insan temel hak ve özgürlükleri demek olan demokrasi ve özgürlük ile terör bir arada olabiliyor?
Malumdur, demokrasi ve özgürlük kavramları bütün dünyada bireyle/vatandaşla ilgilidir. Ama bizde, bölücü terör bahsinde, sosyal gruplarla ilgili bir kolektif hak olarak görülüyor ve “ülkenin paylaşılması” anlamında kullanılıyor. Böylece birey eşitliği yerine, etnik (ırk)gruplarının eşitliği getirilmiş oluyor.
Acaba neden? Bu sorunun cevabını Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı Erdoğan şöyle veriyor: Hatırlayalım: “Türkiye’de sadece Türkler yaşamıyor. Türkiye’de Kürt’ü de var. Laz’ı ve Çerkes’i de var. Bu ülke burada yaşayan herkesindir. Türkiye’de yaşayan herkes Türk’tür diyor. Olmaz öyle şey. Millet dediğiniz zaman zannediyor ki millet sadece Türk. Hayır, millet sadece Türk değildir. Türk’ü de vardır, Kürt’ü de vardır, Laz’ı da vardır, Çerkez’i de vardır, Abaza’sı da vardır. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı çatısı altında bu milleti toparlayalım.”
Demek ki; dil, tarih ve kültür birliği kazanında kaynayarak herkesin Türk Milletinden olduğunu dünya, tarih ve gerçekler tasdik ediyor, ama Başbakan kabul etmiyor. Aynen Alman (Haçlı) görüşünde olduğu gibi, bizi bir millet olarak değil, etnik (ırk) topluluklar halinde çok parçalı görüyor. Bu parçaları, (aslında “Türk ve Kürt” olarak iki parçayı), “demokratikleşme” ve “özgürlük” adı altında güya eşitliyor, sonra da renksiz, kokusuz, ruhsuz ve aidiyeti belli olmayan “vatandaşlık” kavramı altında bir araya getiriyor. Böylece Türk’ün elinden alınan egemenlik, bu iki unsur arasında paylaştırılmış oluyor.
Teröristbaşı ile İmralı’da varılan “mutabakat” ın özü de aynen böyledir. Kısaca, “Anayasadan Türk adı çıkarılacak” deniliyor. Böylece Türk Milletine ait olan egemenliğin tapusu iptal edilerek, iki ortak arasında paylaştırılıyor.Yani Milli-Üniter Devlet yerine iki ortaklı devlet kuruluyor. Aynen Irak’ta yapıldığı gibi.db
İyi de, demokrasi ve özgürlük bireyler içindir ve bireylerin eşitliğini öngörür. Sosyal grupların eşitliği diye bir kavram ne hukukta, ne kültürde mevcut değildir. Esasen birey hakkının kolektif hakka dönüştürülmesi, bizatihi egemenlik talebi demektir.
“Demokratikleşme (!)” için işlenen suçlar:
Bütün anayasalarımızda (1876-1924-1945-1961-1982) “Devletin dili Türkçe” deniliyor. Yine anayasamız “Türkçe’den başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez” emrini veriyor. Yani, devlet kurumları ve adamları her türlü faaliyeti “Türkçe” ile yapar, kesin hükmü var. Buna rağmen Devlet kurumu TRT, Anadolu Ajansı, Zazaca, Kurmancive Soranice lehçelerinde yayın yapıyor? Sanıklar Yargıda, Türkçe bildikleri halde istediği dilde konuşabiliyor.
Uluslararası hukukta bunların yeri yoktur. AİHM kararlarında, “dil egemenlikten sayıldığı için devlet faaliyetleri,resmi dille yapılır” denilmektedir.
Bizimkilerin “Demokratikleşme(!)” oyunu kısaca budur.