"Demokratikleşme" oyuncağı
Erciyes Üniversitesi eski Rektörü, Gazi Üniversitesi emekli Öğretim Üyesi Prof. Dr. Naci Kınacıoğlu Hocamızın, değerli büyüğümüzün vefatını üzüntü ile öğrendim. Olmadık ve gereksiz kişilerin ölüm haberlerini manşetlere ve ekranlara taşıyanlar, Kınacıoğlu Hocanın vefat haberine çok uzak durdular. Aslında ölüm, ibret alabilenler için bir ders niteliğindedir. Ama ne yazık ki; bu ülkede anormal ve aykırı olanlar, işbirlikçiler ve dışarıdan korunanlar itibar görmektedir. Yahya Kemal’in dediği gibi; “Yaprak nasıl düşerse suya, Ruh da sessizce dalıyor uykuya...” Hocamıza Allah’tan rahmet, yakınlarına, meslektaşlarına ve kendilerini Türk Milletine mensup hissedenlere başsağlığı diliyorum.
Basında öyle yazılar çıkıyor ve terör örgütünü Meclise taşıyanlarca öyle beyanatlar veriliyor ki; bunlar sadece Türkiye’ye has örneklerdir. Aslında mukaddes değerlere, Türklüğe ve belirli kurumlara hakareti bile kanunla serbest hale getirmiş bir ülkeyiz. Bazı yazı ve beyanlara bizim dışımızda hangi ülkelerde rastlanabilir diye hep kendi kendime soruyorum. Bunlar, Türkiye’ye özgüdür. Son 5-6 senedir Türkiye’yi Türkiye yapan değerlere hakaret, aşağılama ve işbirlikçilik, normal ve demokratikleşmenin bir gereği gibi yutturulmaya çalışılmaktadır. Demokratikleşme adına yapılan platformlardan buna uygun kararlar çıkmaktadır.
Hangi ülke milli kimliğine her türlü saldırıyı serbest hale getirmiştir? Hangi ülkede Dünya dili olan Türkçe gibi bir dile karşı kabile ve aşiret ağızları rakip konuma getirilebilir? İngiltere’den İspanya’ya kadar hangi ciddi devletin meclisinde, demokrasinin kalbi sayılan bir kutsal alanda devletin dili dışında konuşmalar yapılabilir ve o mekânlar kirletilebilir? Bunları yapanlardan çok bunlara bu yolu açanlar ve bu fırsatı verenler suçludur. Türk Milleti vicdanında birçok siyasiyi mahkum etmiştir. Bunların %38 veya %40 rey almaları ne ifade eder ki? Cumhuriyeti ve milli devleti kuran, Milli Mücadeleyi yapan iradeyle ters düşenler, milli iradenin gerçek temsilcileri olabilirler mi?
Tam anlamıyla işleyen bir demokrasinin bulunmadığı, fikir, düşünce ve basın hürriyeti üzerine ambargoların konduğu, birçok basın kuruluşunun iktidara yıkama yağlama servisi yaptığı bir ortamda, ülke sorunlarının TBMM’de bile yeterince tartışılamadığı, kamuoyunun birçok özelleştirme ve satıştan habersiz olduğu, iktidarın kendi derin devletini yaratabilmek için her kurumu hedef aldığı veya ona alternatif aradığı, sivil darbelerin dünün askeri darbelerini bastırdığı bir ortamda Türkiye’de demokrasi var diyebilir miyiz?
Balkanlar’da ve Ortadoğu’da ortaya konulan tezgâh dikkatlerden kaçmamaktadır. Bu bölgelerde lider ve etkili olabilecek bir ülkenin varlığı kabul edilememektedir. Küresel amaçlara hizmet eden, gerçek demokrasi ile çelişen emperyal demokrasi dışında hiçbir milli ve şahsiyetli politikaya müsaade edilmemektedir.
Türkçe konuşulan ve Türk kültürünün yaşatıldığı her yer kültürel vatandan bir parçadır. İsmini ciddiye alıp burada belirtmeye bile gerek görmediğim bir yazar, partisinden kovulan ve DTP ile eylemlerde bütünleşen bir genel başkanın ifadelerine dayanarak “Kosova’daki Demokratik Türk Partisine (DTP) ilgi ve şefkat gösterenler, iş ülkemizdeki DTP’ye gelince farklı davranıyorlar” diyebilmektedir. Birbirine hiç uymayan bu yakıştırma ve benzetmeyi anlayabilmek mümkün değildir. Kosova’daki Türk Partisi, Kosova vatandaşlığını mı reddediyor? Kosova Cumhuriyeti dışında ayrı bir egemenlik ve bağımsızlık peşinde midir? Bizdekiler gibi “Dilimizi kabul ettiniz, topraklarımızı da vereceksiniz” mi demektedir? Mukayese dahi kabul edilemeyecek örnekleri gündeme getirerek; Devleti, hem milli, hem üniter yapıyı hedef tahtası haline getirenler aslında demokrasiyi bile içlerine sindiremeyenlerdir. Milli devlet ve üniter yapısız bir demokrasi, hayal aleminde dolaşmaktır...
Türkiye’de etnik taassubun ve etnik ırkçılığın vardığı noktayı göz önüne alırsak; milletlerarası hukuka göre bunları etnik azınlık bile saymak mümkün değildir. Çünkü; milletlerarası anlaşmalarla etnik azınlık sayılabilmek için; mensubu olduğu devletin vatandaşlığını reddetmemek, çoğunluk haklarına sahip olmamak, sistemli dışlanmış olmak, ayrı bir hükümranlık hakkı peşinde olmamak ve devleti ile silâhlı çatışmaya girmemek gerekmektedir.