Diyanet şeriata ve hukuka uymadı
Haber şu: “Diyanet’te vaiz olan bir personel, yurt dışı görevi için girdiği “Mesleki Bilgi Seviye Tespiti” sınavından 93 puan aldı. Ancak mülakatta “başarısız” sayılarak elendi.”
Bu haberi okuyunca hâliyle bir din görevlisinin, kendisi gibi başka din görevlileri tarafından hakkının yenildiğine şahit olup üzülüyorsunuz. Ve aklınıza gelen büyük soru şu oluyor: Din adamlarına bile güvenemeyeceksek kime güveneceğiz? Bu durumda sürekli arkamızı kollamamız gerekecek. Tehlike her yerde demektir.
Hani eskilerin; “Tuz koktu” dedikleri durum. Hâlbuki tuzu, kokmasın diye koyuyoruz, ama tam tersi oluyor. Kokmaması gereken kokuyor.
“Dine evet, ama şeriat yönetimi istemeyiz” denmesinin nedeni de tam olarak işte budur.
Denilebilir ki, 93 puan alan biri elenemez mi?
Elenir.
Elenebilmesi için ne olması lazım derseniz, derim ki, adamın casus olması veya benzeri bir ihanetin içinde olup hakkında devletin resmî bir uyarısının bulunması lazımdır. Yoksa hak eden hak ettiğini almalıdır ki, hiç olmazsa Diyanet’te adalet yerine gelsin. Allah’ın emrine, Allah’ı anlatan kurum uymuş olsun.
Vaiz efendilerin kürsüde söyledikleri ile olağan hayatta yaptıkları arasında bir tutarlık olmuyorsa, bu durumda seküler yaşamın koşullarına kızma hakkımız yoktur. Hatta modernite eleştirisinin ne gereği olur ve ne de anlamı.
Şeriatın merkezinde ve odağında şeri hükümlerden eser kalmamışsa, topluma şeriat önermenin de bir kıymeti olmaz.
Yazının bu kısmında fıkıh âlimlerince şeriatın üç bölümden meydana geldiğini not düşelim. 1-İbadetler, farz olanlar ve vacipler. 2-Ticaret hukuku, 3-Ceza hukuku. Yine laik sistemde İslam’ın ibadet yasağı yoktur. Ticari pek çok hüküm de mevcut yasalarla çelişmez. Şeriatla ilgili eleştirilen ve “istemeyiz” denilen esas kısım üçüncü bölümdür. Bu bölümü, başta Osmanlı Devleti olmak üzere hâlen daha şeriatla yönetilen ülkelerin çoğu tamı tamına uygulamaz.
Bu parantezden sonra devam edelim.
Topluma; “Allah adaletle hükmetmemizi istiyor” deyip vaazlar verdikten sonra, sıra kendine gelince tam tersini yapmak ve davranmak, bırakınız dindarlığı ahlaki değildir.
Bu durumda dinin güvenirliği ile din adamının güvenirliği arasında var olan o hassas ve ince çizgiyi sorgulamamız gerekir.
İşte sorguluyoruz.
Maalesef Türkiye’de mevcut siyasal iktidarla birlikte, neredeyse, tüm değerlerin içi boşaltıldı. İktidar ve bürokrasinin genel çoğunluğu Diyanet personeli gibi ilahiyat kökenli olmasına rağmen, yönettikleri ülkede insanlar; adalet, hak, hukuk, insaniyet, eşit davranış, doğruluk ve dürüstlük arıyor. Yokluktan ve yoksulluktan şikâyet ediyor. Yetmiyor, talandan, yağmadan, devlet malının yandaşlara çıkar amaçlı kullandırılmasından, sokakların uyuşturucu tacirleriyle doldurulmasından yakınıyor.
Hâlbuki vaiz efendiler, camilerde, “Müslüman, elinden dilinden emin olunan kimselerdir” diye, haykırıyor.
Hangi Müslüman?
İster siyasi kişi, isterse kamu görevlisi veya sivil kişi olsun, “Dindarım” diyenlerin sözleriyle davranışları artık birbirini tutmuyor. Devlet bürokrasisindeki kayırmacılık, iltimas, yasalara aykırı ayrımcılık, kamu kaynaklarının ekonomik dağıtımı ve israfı, ne evrensel ahlâka, ne de dini ahlâka uyuyor.
Hele kendilerini, dinin (İslam’ın) avukatı sanan gazetelerin, her tarafından dökülen benzer çelişkiler; söz, yazı ve videolarla amel defteri gibi YouTube’a ya da gazete sayfalarına kayıt oluyor.
Buna değerlerin çöküşü ve yabancılaşma diyoruz. Yozlaşma veya anemi de diyebilirsiniz.
Vaiz olayı, bütün bu çürümüşlüğün içinden sadece küçük bir örnek.
93 puanı hiçe sayan ve personelinin hakkını vermeyen Diyanet, mülakat kuruluyla ilgili haberin devamında, kamu denetçilerinin raporundan alıntılar yapılarak şöyle denilmiş:
“Sözlü sınavda idarenin takdir yetkisinin bulunduğu ve komisyon üyelerinin kanaatinin önemli olmakla birlikte, bu yetkinin kullanımının hukuk devleti ilkesi gereği denetlenebilmesi gerektiği açıktır. Başvuruya konu sözlü sınavın nesnellik, tarafsızlık, şeffaflık, hesap verilebilirlik ve kararların gerekçeli olması ilkelerine uygun olarak gerçekleştirilmediği, dolayısıyla başvuranın sözlü sınavının yeniden değerlendirilmesi gerektiği kanaat ve sonucuna varılmıştır.”
Denetçilerin sözünü ettiği, “nesnellik, tarafsızlık, şeffaflık, hesap verilebilirlik ve kararların gerekçeli olması ilkeleri” bütün bürokrasiyle birlikte siyasal sistemin kendisi için de geçerli. Demokrasiyi bu ilkelerden dolayı önemseyip benimsiyoruz.