Van’daki Zeydan olayı ne anlatıyor?
Van’da, DEM adayı Murat Zeydan’a mazbatası önce verilmedi, sonra, YSK kararıyla verildi. Bunun üzerine pek çok siyasi parti ve gazete yazarı anında, “Hukuksuzluk yapılıyor” diye tepki gösterdi.
Murat Zeydan denilen kişi, PKK’ya methiyeler düzen biri. Öyle ki; “PKK, sizi tükürüğü ile boğar” diyecek kadar da örgüte bağlı. Bu sebeple; Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 11 Ocak 2018'de “örgüt” propagandası yapmaktan 3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezasına mahkûm edilmiş. Yasal süreç sonunda memnu hakları (mahkûmiyeti nedeniyle kısıtlanan hakları) geri verilmiş. Derken Zeydan 31 Mart seçimlerinde DEM’in adayı olmuş. Kendisine kimse itirazda bulunmamış. Evrakına itiraz olmamış. Ve seçimden sonra haftanın son günü mesai bitimine 5 dakika kala itiraz edilmiş.
Olayın kısa özeti bu.
Gelelim analizine.
Bu olayın üç boyutu var ve bu üç boyutuna göre incelenmesi gerekir. Bunlar; 1-siyasi, 2-hukukî ve bir de 3-güvenlik boyutudur.
1-Siyasi olarak baktığımızda, DEM hareketi, kurulu anayasal sisteme, dolayısı ile mevcut anayasanın ilk üç maddesine, özellikle de yurttaşlık tanımına itiraz eden bir parti. Bu yönüyle siyasal sistemin tarafı değil, karşıtı.
PKK ise, önce özerklik, sonra mevcut anayasanın ortadan kaldırılarak, devletin bölüşülmesi, bu amaca ulaştıktan sonra da büyük Kürdistan’ın kurulması yolunda, Türkiye ile terör yoluyla mücadele yürüten bir örgüt. Kategorik olarak DEM, amaç olarak HÜDAPAR ile aynı yolu paylaşıyor. Bu yönüyle kurulu anayasal düzenin ve siyasal sistemin düşmanıdır.
Bütün bunlardan da anlaşılacağı gibi DEM’in siyasal hedefi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesine, ortaya koyduğu ulus tanımına, yurt ve dil birliğine karşı mücadeleye yöneliktir.
Kısaca, mevcut Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bizzat özüne itiraz etmektedir.
2-Hukuksal açıdan, kişilerin memnu hakları kanunla belirtilen hususlara göre düzenlenir. Bu noktada Adalet Bakanlığı’nın Van Belediye seçimlerine itiraz ederken takip ettiği, kendisiyle mücadele edenleri alt etmek için izlediği yol, büyük ve güçlü devlete yakışacak bir yol değildir. Bu sebeple Adalet Bakanlığı’nın tavrı, bir devlet refleksinden çok devleti yöneten iktidar partisinin kendisine yakışan basit bir refleks olabilir.
Bu birinci saptama.
İkinci saptama da şu:
Madem terörle mücadele eden bir devletsiniz, öyle ise PKK’lıların aday yapılamayacağı yahut olamayacağı bir hukuk düzeni neden kurmadınız ve kurmuyorsunuz?
3-Olayın güvenlik boyutuna gelince; Türkiye Cumhuriyeti ve onu yöneten iktidar, kendisine düşman olan unsurlara karşı kendini koruma ve kollama tedbirleri alırken niçin yukarıdaki soruyu kendi kendine sorarak cevabını vermiyor?
Yani?
Bu Van’daki belediye başkanı gibiler, niçin aday olabiliyor? Ceza süresi dolduktan ve memnu haklarını geri aldıktan sonra, arınıp, tertemiz hâle mi geldi? Zihin yapısı değişip PKK sevicilikten vaz mı geçti?
İçinde bulunduğumuz durum, terörü, sadece askerî mücadele sınırları içinde görme yanlışlığının hangi boyuta ulaştığını gösteriyor. Bu ülkenin ya terörle mücadele ve güvenlik stratejisi yok, ya da eksik. Eğer olsaydı, hukukla güvenlik arasında birileri bağ kurar ve gereğini yapardı. Adalet Bakanlığı da, devleti, mesai bitimine 5 kala verdiği dilekçeyle kurtarmaya kalkmazdı.
Ülke güvenliği, siyasal güvenlik veya toplumsal güvenlik açısından, yetkililerin şu soruyu cevaplaması gerekiyor: Terör suçu işleyenlerin memnu hakları arasına seçilme hakkı konulmasa olmuyor mu? Nihayetinde terör bir insanlık suçudur. İnsanlık suçu işleyenlerle ilişkili kimseler yasal olarak engellenip seçilmese de olur.
Seçme hakkı olabilir. Lakin seçilme hakkı, özellikle de yönetici seçilebilme hakkı, yasal gücü elde etme anlamına geliyor.
Kısaca yetkilendiriliyorsunuz,
Yetkinin tanımı zaten güç kullanımıdır. Kaynağı da yasalardır.
Düşünsenize, terörle ilişkili olmaktan tescillenmiş, ceza almış kişi, doğunun en stratejik illerinden biri olan Van’ın Büyükşehir Belediyesi’nin bütün gücünü ele geçirmiş. Normal yurttaş olsa sorun yok. Bu kişi, ideolojik yurttaş. Yani sorun, Kürt olup olmama sorunu (kimlik) değil, bölücülük sorunu.
Aynı zamanda siyasal sorun.
Millî güvenlik sorunu.
Hâliyle yaşanan olaylar da salt demokrasi ve sandık sorunu değil. Türkiye’de seçilen hiç kimseye, etnik kimliğinden dolayı, itiraz edilmiyor. İtirazlar, anayasa ile Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefe ve ilkeleriyle sorunlu olan, çatışan, bunun için devletle çatışan kimseleredir.
Sonuç olarak Van’daki olay, salt bir sandık ve demokrasi meselesi değildir. Millî güvenlik, hukuk ve terör meselesidir.