Dost ve düşmanı ayıramama yanlışı

2000’li yılların değişik bir açıdan tahlilini yaparsak, ülkenin keskin kamplaşmalara, birbirine kapalı topluluklara, gruplara ayrılma eğiliminde olduğunu rahatlıkla görürüz. Maalesef önümüzdeki yıllar birbirinden rövanş almakla uğraşan güçler arasındaki mücadeleye sahne olabilecektir. Bu durum ülke sorunlarını çözmek yerine; daha da sorunlu hale getirebilir. Sorunlar yumağı karşımıza çıkabilir. Enerjimizi yanlış yerlerde harcamaktayız. Türkiye’nin stratejik önemi dolayısıyla sahip olduğu kültürel ve siyasi tesirlilik, caydırıcı olma özelliği zayıflayabilir.
Tehlike ve tehdit algılaması da değişmiştir. Terörü, terör örgütünü ve teröristi neredeyse barış savaşçısı, demokrasi aşığı gibi gösterme gaflet ve ihanetleri, ülkenin geleceğinde önemli sorunlar yaratacaktır. Bazıları şehit Mehmetçik ile ülkesine ihanet eden, aynı etnik grupta olanlarla çelişen davranışlar sergileyen katil teröristleri aynı kefeye koymaktadır. Sivas Suşehrililerinin kır gezisinde bir Bakanımız bu yanlışı yapmıştır. Bu bakımdan, Türkiye artık tehlike algılamasında da, ülke yararının nerede olduğu konusunda da mutabık olmaktan uzaklaşmakta, yeknesaklığını ve ortak kolektif şuurunu kaybetme eğilimindedir. Bu durum mevcut sistemin stratejik ortak düşünme mekanizmalarını köreltmekte, zayıflatmakta ve adeta ufalamaktadır. Yıllardır milli birlik ve bütünlük, demokrasi ve milli devlet için iç düşman olarak kabul edilenlerin müzakere ortağı haline gelmesi, tehlike algılamasında da önemli değişiklikler yaratmıştır. Bu tehlikeli gidiş dış politikada ve diğer birçok alanda pazarlık gücümüzü zayıflatmakta, caydırıcı olma özelliğimizi güçsüzleşmektedir. Böyle bir eğilim dün Osmanlı ile bugün de Cumhuriyet Türkiye’si ile kavgalı iç ve dış düşmanlara moral ve ümit vermektedir. Onları cesaretlendirmektedir.
Demokrasi anlayışımızda da çelişkiler vardır. Demokrasiyi işimize geldiği nispette kullanır ve savunur hale geldik. Milli birlik ve bütünlüğü dinamitlemeyi, etnik taassubu da demokratikleşme zannederek bunu yeni anayasaya taşımak istiyoruz. Güvenlik ve özgürlükler arasında da denge kuramadığımızdan özgürlükçülüğü ütopyalaştırarak ülke güvenliğini zora soktuğumuzun ya farkında değiliz; ya da buna dolaylı hizmet etmekteyiz. Demokratik parlamenter sistemi daha işler ve mükemmel hale getirmek yerine; başkanlık sistemi ile uğraşıyoruz. Dünyayı yeniden keşfetmeye çalışıyoruz. Tecrübe ede ede tecrübe tahtasına dönüyoruz. Mutabakat ve uzlaşı, yerini hakarete varan siyasi beyanatlara bıraktı. Demokrasi tek kalma, tek hükmetme, bir bahçedeki diğer çiçekleri yok saymak, paylaşmamak ve uzlaşmamak değildir.  Ancak milli davalardan ve hayati milli mutabakatlardan uzaklaşarak tavizler de verilemez.
Siz bu yazıyı okurken ben Kosova Türk Aydınlar Ocağı’nın davetlisi olarak Prizren’deyim. Balkan’ların Türkiye’nin milli güvenlik çemberi içinde önemli bir yeri vardır. Türkiye Balkanlarda, Orta Asya’da, Orta Doğu’da güçlü olduğu oranda Anadolu coğrafyasına yönelik ihanetleri kırabilir ve caydırıcı olabilir. Balkanlardaki soydaş ve akraba toplulukları ülke için bulunmaz bir imkân ve kaynaktır. Bu siyasi ve kültürel etkinliği gerektiği gibi kullanabildiğimiz söylenemez. Soydaş ve akraba topluluklarına karşı daha çok imkânlar yaratmak durumundayız. Bu, ekonomik yatırımlar yolu ile oralara götürülebileceği gibi, kültürel olarak kimliği koruma yoluyla da gerçekleşebilir. Türkiye’nin dışarıdaki tesirliliğini azaltmak için ülkede belirli çevreler milli kimlik tartışmaları açmaktadır.
Mehmet Akif’ten biraz farklı olarak, zevk ve duygularımızın, estetik değerlerimizin şairi olan Yahya Kemal’in “Türkçe’nin çekilmediği yer vatandır” sözleri birçok şeyi ifade etmektedir. Türkçeyi ses bayrağımız olarak gören ve vatandan bir parça olarak kabul eden rahmetli Prof. Dr. Muharrem Ergin Hoca da aynı noktalara temas etmişti.

Yazarın Diğer Yazıları