Evet çözüm gerekiyor ama nasıl?
Sözde çözüm sürecinin doğrudan ya da dolaylı aktörleri sayılan İmralı-Kandil-HDP kanadının Suriye’nin kuzeyindeki gelişmeleri Türkiye üzerinden siyasallaştırmak istemesinin ardından çıkan olaylar ve onlarca insanımızın şehit edilmesi, Hükümetin öngöremediği bir durumdu. Açıkçası milletin karşısına süreç olarak sunulan şey “silahsızlanma” adı altında geçici bir çatışmasızlık halinden başkası değildi. Oysa örgütün uzun süredir etkili olduğu bölge başta olmak üzere, KCK üzerinden büyükşehirlerde güç kazanması ve toplumun farklı katmanlarının giderek karşıtlık temelinde ayrışması, daha vahim hadiseleri meydana getirebilme potansiyeli taşımaktaydı. Biz bunları söylediğimizde “barışa ve çözüme karşı insanlar” olarak değerlendiriliyorduk. Böyle düşünenlerin önemli bir kısmının daha şimdiden kafalarında toplumu böldüğünü söylesek yanlış olmayacaktır. Elbette ki bu ülkede terörün bitmesi, silahların susması ve huzurun sağlanması için çeşitli adımlar atılabilir ve atılmalıdır. Ancak bunu gerçekleştirmeye yönelik milli/yerli bir projeye ve yol haritasına ihtiyaç vardır.
Karşılıklı karartma mı?
Her şey bir tarafa gelinen noktada inme/felç haliyle karşı karşıya olan bu sürecin devamını isteyen iki taraf bulunmaktadır. Birisi Öcalan diğeri Hükümet kanadı... Kamuoyunda sert atışma ve restleşmelerle şekillense de gerek hükümet gerekse İmralı, sürecin bitmesi durumunda bunun sebep ve sonuçlarını temsil ettikleri kitlelere açıklama konusunda ciddi bir problemle karşı karşıyadır. Özellikle halkın desteğinin % 52’lere kadar düştüğü bu dönemde her iki taraf da “çözülmeden çözümsüzlüğün” sürmesinden yana bir tavır almış gibi görülmektedir. Bu şekildeki bir sürecin devam etmesi durumunda, çatışmasızlık üzerinden hükümet kısa vadedeki amacına ulaşmış, örgüt ise isteklerini kabul ettiremese bile bölgesel boyuttaki amaç ve çıkarlarına olabildiğince zemin hazırlayabilme imkanını elde etmiş olacaktır. Çok tehlikeli olan bu yaklaşım en azından orta vadede daha büyük toplumsal ve siyasal travmaların alt yapısını hazırlamaktadır.
Gerçek muhatap kim?
İmralı’da heyetler kabul eden ve sekretarya talebinde bulunan Öcalan, taraf olma konumunu ne üzerinden sağlamaktadır? HDP ve daha dolaylı olarak Kandil... Bu açıdan bakıldığında Öcalan’ın tavır ve tutumu sürecin doğru bir yöne evirileceği konusunda kesin bir hüküm vermeyi zorlaştırmaktadır. Görüşmelerin sağduyu çerçevesinde ilerleyebildiğini düşünsek bile Hükümetin muhatabı gerçek anlamda kim olarak kabul edilecektir. PKK ya da Kandil mi? HDP mi? Yoksa gerçekten Öcalan mı? Belirtmek gerekir ki terör örgütleriyle açıktan ve toplumun gözü önünde yapılan görüşmeler, bu örgütleri değil zayıflatmak, olayların sosyo-psikolojik boyutları dikkate alınmadığı takdirde terör lehine göreli bir psikolojik üstünlük meydana getirerek, söz konusu süreç ya da süreçlerin inisiyatifini terör örgütü tarafında kaydırmaktadır. Öyle ki gelinen noktada PKK; bölgede yol kesmekte, haraç toplamakta ve halk mahkemeleri yoluyla korku gücünü işlevsel hale getirmeye çalışmaktadır.
Alışılmış strateji
Geçtiğimiz gün HDP heyetinin “Barış hemen şimdi” yaklaşımıyla kamuoyuna yaptığı açıklamalar, sözde çözüm sürecinin devam ettirilmesine yönelik bir irade ortaya koymuş olsa da Grup Başkan Vekili Pervin Buldan’ın “Bir ülkede demokratik haklar tehdit altındaysa ortada ne kamu kalır, ne de düzeni” şeklindeki görüşleri daha farklı bir gündemi çağrıştırmaktadır. İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın “Alan hakimiyetini zaman zaman kaybettik” şeklindeki açıklaması ve AKP’ye yakınlığı ile bilinen gazetecilerin bu durumu daha net bir biçimde vurgulaması, HDP’nin örgüt üzerinden bölgedeki gücü ve etkisini hükümete karşı bir müzakere unsuru olarak kullanabileceğine yönelik, alışılmış bir strateji olarak kabul edilebilir.