Gene öldürüldük
Madenler bu ülkenin çocuklarını hiç acımadan öldürüyor. Aralıklı sık tekrar eden bu olayların temel nedeni, ölenlerin ülkesinde kanunlar var, yönetenler var, lakin pratik ve uygulama sorunlu.
Bu ülkenin çocuklarının bir de yok edilen, kirletilen, sömürülen, “uğrunda öldükleri” vatanları var.
Önceki gün yaşanan İliç altın madeninde olduğu gibi.
Dış güçlerle, iç güçler, el ele verip, siyanürlü altın madenciliği üzerinden, canımızı seve seve verdiğimiz güzel vatanımızın bütün kıymetli mirasını; kanun, kural, yasa, yönetmelik, ÇED raporu ve diğer her ne lazımsa bir güzel harmanlayıp, coğrafyamızın ana damar su yollarının tepesine üşüştükten sonra heybetli dağlarımızı asitle lime lime ediyor. Milyon metreküp toprak, her gün zehir karıştırılarak, kum taneleri gibi bir kenara yığılıyor.
100-200 futbol sahası genişliğinde arazi; ormanları, ağaçları, çığlık çığlığa yerinden sökülüp alınıyor, hayvanları kovuluyor, börtü böceği öldürülüyor. Kısaca millî varlığımız olan tüm canlılar, sevgili vatanımızın bağrında ve hepimizin gözü önünde darmaduman ediliyor.
Ve bütün bunlar olurken, sağ olsun, iktidarımız millî, dindar, muhafazakâr. Taraftarlarının, seçmenlerinin, gazetecilerinin, yazarlarının, aydınlarının velhasıl her kimi ve nesi varsa hepsinin aklı başında.
Yalnız küçücük, hatta mini minnacık bir kusurları var. Yabancı sermayeyle yerli sermayeyi ortak yapmaktalar. Efendim, ne de olsa emperyalizm (pardon taşıyıcı firma, güçlü sermaye demeliydim galiba), olmadan böyle bir talan (yine affedersiniz) yapılmıyor.
Ülkemizin altın kaynaklarını yabancı şirketlere çıkarttırıp, yüzde ikisini, bilemedin en fazla dördünü alıp, geriye kalan yüzde 95’ten fazlasını efendilere bırakıp, “zengin olduk” diye sevinçten kudurmamız lazım.
Ne de olsa ülkemizi kalkındırıyoruz.
Ne yani, madencilik yapılmasın mı?
Toprağın içinde dursun mu?
Dursun da paralar kasalara girmesin mi?
Ülkemizin altın rezervi artmasın mı?
Evet, bütün bunlar olmasın mı?
Tabii olsun.
Ama nasıl olsun?
AB ülkelerindeki madencilik kuralları ne ise tıpa tıp aynısı ile olsun.
Çevre ve doğa katliamı olmadan olsun.
Siyanürle değil, gelişmiş yeni teknoloji ve modern yöntemlerle olsun.
Var olan yasalar gevşetilerek çıkar çevrelerine soydurulmadan olsun.
Onların vergi borçlarını silmek yerine vergileri tamı tamına alarak devletin kasasının da doldurulmasıyla olsun.
Başka?
Vatanseverlik, doğaseverlik, aynı zamanda vatanın suyunu, toprağını, bitkilerini ve hayvanlarını korumaktır. Onları kendimiz gibi koruyarak olsun.
Vatanımızın doğal dengeleri içinde bulunan yeraltı suları, su kanalları, yer üstü su yolları ve ana arterleri, millî varlığımızdır. Vatanın üstünde yükselen gök kubbe bizimdir. Onları korumayan milliyetçilik, dindarlık, özgürlük, insanlık olabilir mi?
Olursa nasıl varlık bulur?
Nasıl yaşar?
Bir hukuk düzenimiz var, ama bu düzenin olması gerektiği gibi çalışmasına izin vermeyen bir de siyasi yapı var. Sadece Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına uymuyor değiller. Çevre yasalarının, kıyı koruma yasalarının, ÇED raporu gibi olağan düzenlemelerin de bir şekilde yanından yöresinden dolaşıp, sonucu ihale verdiklerinin lehine bağlıyorlar.
Ne yazık ki, bu düzen, Türkiye’de olağan hâle getirildi. Yetmedi, bu sömürü düzeni sürsün diye, bir de siyasal sistem ihdas edildi. İnşa edilen siyasal sistem ayakta kalsın diye de sağına soluna, milliyetçilerle, sosyal demokratlarla, bölücü siyasi İslamcılarla dayancalar yerleştirildi. Şimdi, iktidarın hatasını söyledin mi hepsi birden ayağa kalkıyor.
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz, dünya sömürge sermayesi, yerli ortaklarıyla tıpkı Afrika’daki gibi; kanun, kural tanımadan, iş birlikçileriyle vatanın bağrına dayadığı hançeri artık hortuma dönüştürmüş durumda. Hem canlarımızı ve hem de millî mirasımızı alıp götürüyor.