Göz göre göre devletleşiyor
Suriye’nin kuzeyinde, ABD’nin himayesinde varlığını sürdüren ve kalıcı olmaya yönelik teşebbüslerle devletleşme yolunda ilerleyen PKK/PYD/YPG/SDG yapısı, bu yolda yeni bir aşamaya gelmiştir. Değişiklik olmadığı takdirde 11 Eylül 2024 tarihinde bölgede seçim yapılması planlanmış, çağrılar yapılmış, hazırlıklar tamamlanmıştır. Bu teşebbüs uluslararası tanınmanın bir safhası olarak nitelendirilmelidir.
Seçim çağrısı BM kararına aykırı
Bu seçime teşebbüs edilmesi ve yapılması 2015 yılındaki BMGK’nın 2254 sayılı kararında yer alan, “Suriye’de acil bir ateş kesin sağlanması ve ülkede siyasi seçime ulaşılması” hükmüne uymamaktadır. Bu kararda Suriye’nin toprak bütünlüğü esas alınmış olup, Suriye’nin geleceğine Suriye halkının tümünün karar verebileceği, bağımsızlığının, egemenliğinin, toprak bütünlüğünün altı çizilmiştir. Bunu müteakip çıkan BM kararlarında da toprak bütünlüğü esas alınmıştır.
Durum böyle olmasına rağmen önce Kanton bölgeler kurulmuş, sonra da özerklik ilan edilmiştir. Bu özerklik Suriye başta hiçbir ülke tarafından kabul görmüş değildir. Ancak bazı Avrupa ülkelerinde temsilcilikleri vardır. Sadece İspanya’dan ayrılmaya çalışan Katalonya Parlamentosu, kendisi için ileride bir faydası olabileceği düşüncesiyle bu özerk yapıyı kabul etmiştir.
BM kararlarına rağmen, gücünü ve desteğini ABD’den alan ve demokratiklik süsü verilerek SDG adı verilen örgüt, Fırat’ın doğusunda ABD himayesinde kontrol ettiği bölgede, Cezire Kantonu, Deyrizor Kantonu, Rakka Kantonu, Fırat Kantonu, Efrin-Şehba Kantonu ve Tabka Kantonu’nda seçime gitmektedir.
Kabul etmeyenler ve edenler
ENKS (Suriye Kürt Ulusal Konseyi), Arap ve Türkmen Aşiretleri Birliği bu seçimi, meşru olmadığı, önce özerkliğin tesciline ve federasyona, sonra da bağımsızlığa giden bir yol olduğu, Suriye halkının bütününün kararıyla değil, askerî gücün etkisi ve himayesinde yapıldığı gerekçeleriyle razı olmadıklarını açıklamışlardır.
PYD’nin 2016 yılında da, Suriye’deki Kürt Kantonlarının kararıyla “de fakto” olarak ilan ettiği federasyon, başta Suriye olmak üzere toprak bütünlüğünden yana birlik ve örgütler tarafından da kabul görmemiş, ancak buna rağmen PYD Lideri, Suriye'de bağımsız devlet kurabileceklerini, ABD’ye güvenerek açıktan beyan etmiştir.
Bu seçimi uygun görmeyenlerden biri de ABD olup, ABD dışişleri, bu seçimin şartlar bakımından uygun olmadığını beyan etmiştir. PYD’nin başı, bu beyanın arkasında ABD’nin, söylemde diplomatik bir dil kullanıp Türkiye’nin tepkisini çekmeyerek ortamı yumuşatma düşüncesinin yattığını ifade etmiştir.
PYD’nin bu yolda ilerlemesi, daha önce buna benzer yollardan geçerek özerklik kazanan ve federatif yapıya kavuşan Irak Kürt Bölgesel Yönetiminin (IKBY) takip ettiği süreci anımsatmaktadır. IKBY Başkanı Mesut Barzani de, “Doğu Suriye Özerk Yönetimi” olarak isimlendirilen ve hâlen terör örgütü PKK-YPG’nin işgalindeki yapıyı destekleyeceklerini beyan etmekten geri kalmamıştır. Dolayısıyla o da, devletleşmeye giden yolun bir kilometre taşı olan yerel seçimi desteklemektedir.
Bir diğer açıktan destek veren unsur da BAE’dir (Birleşik Arap Emirlikleri). Doğu Suriye Özerk Yönetimi (DSÖY) olarak adlandırılan bu yapının seçim kurulu, BAE yönetimiyle iki kez toplantı yapmıştır.
Adım adım Kürdistan
Türkiye, Irak’ın kuzeyindeki yapıyla, Suriye’nin kuzeyindeki PKK/PYD/YPG/SDG yapısının, ABD’nin de desteğiyle BOP gereği birleşmesinden oluşacak yapıyı, terörist olduğu için, “Terör koridoru” ve “Terör Devleti” olarak isimlendirmektedir. Böyle bir yapılanmaya da kesinlikle izin verilmeyeceğini ısrarla vurgulamaktadır.
Aslında Irak ve Suriye krizleri tesadüfi olmayıp, her ikisi de yıllara sari bir politikanın stratejik safhalarıdır. Bu politikanın adı ABD’nin “Büyük Ortadoğu Projesi”dir.
2005 yılında, ABD’nin isteğiyle PKK tarafından Kürdistan Topluluklar Birliği (KCK) Sözleşmesi hazırlanmış, bu sözleşmede “Irak, Suriye, İran ve Türkiye’den krizlerle, terörle, savaşlarla ve siyasi manevralarla koparılacak parçalarla bir “Birleşik Devlet” devlet kurulması yer almıştır.
Irak krizi ve savaşlarının ardından, birinci safha, Irak anayasasında da yer aldığı şekilde IKBY olarak gerçekleşmiştir. İkinci safha IŞİD bahanesiyle ortaya çıkarılan, şimdi de seçimle meşrulaştırılmaya çalışılan, ABD’nin himaye ve desteğinde kurulan DSÖY’dür. Bu yapı da devletleşme sürecindedir.
Her iki yapı da PKK ve uzantılarını barındırmakta, PKK terör örgütünün eylemleri ve ABD’nin desteğiyle devletleşmektedir. Sıranın İran ve Türkiye’ye geleceği gözden kaçmamalıdır. Yıllara sari bu projenin önemli bir bölümünü, “Büyük Kürdistan veya Birleşik Kürdistan” teşkil etmektedir. Ancak bölgesel ve iç hassasiyetler nedeniyle ve terör ürettiği ve bundan güç aldığı için Türkiye tarafından “Kürdistan” olarak değil, şimdilik “Terör Devleti” olarak isimlendirilmektedir.
Zamanı geldiğinde Türkiye’nin de bölünmesini öngören bu projenin Suriye ayağı (safhası) adım adım ilerlemektedir. Türkiye safhasına sıra geldiğinde demografik yapı değişikliğinin de ABD tarafından kullanılacağı dikkate alınmalıdır. Bilindiği üzere Suriye krizinde Türkiye’nin başlangıçta yaptığı politik hatalar sonucu özellikle sınır kentlerimiz, resmî rakamların da çok ötesinde göç almıştır. Geçici sığınmacılar, kalıcı hâle gelmiş, süratle çoğalmaktadırlar. Türkiye’nin, muhacir/ensar anlayışından geri dönme niyetinde olmadığı da görülmektedir.
Beka sorunu olan bu gelişmelere her yönüyle bir dur demenin zamanı gelmiş, hatta geçmiştir. Suriye konusunda yapılan stratejik hatadan sonra, kuzeyde yekpare bir terör koridorunu engellemek amacıyla nasıl 3 operasyonla belli bölgelerde kontrol sağlandıysa, bu durumdan da yine zararın neresinden dönülürse faydalı olacaktır.
***
Suriye’nin siyasi birlik içinde toprak bütünlüğü, Türkiye’nin güvenliği ve bekası için son derece önemlidir. Bu durum merkezi Suriye rejimi/yönetimi için de vazgeçilmez olup, bu konuda her iki ülkenin iş birliği yapmasından daha doğal bir şey olamaz. 10 yılı aşkın bir süredir bu iş birliğinin yapılması için sürekli hatırlatmalar yapılmasına rağmen gerekli ve yeterli teşebbüslerde bulunulmamış, bu konuda özellikle son zamanlarda gösterilen çabalardan, Suriye yönetimini isteksizliği ve öne sürdüğü şartlar nedeniyle de bir sonuç alınamamıştır. Suriye diyalog için, TSK’nın kontrol ettiği alanlardan çekilip, bölge kontrolünün Suriye Ordusuna verilmesini şart koşmaktadır. Bunda Türkiye’nin krizin başlangıcında Suriye için benimsediği politikanın olumsuz etkilerinin olduğu düşünülmelidir.
Türkiye, Suriye kuzeyindeki bölücü yapının devletleşmesini önleyebilmek için, bu konuda engel olan ABD’yi, fırsat bulduğunda sıkıştırmalıdır. İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya kabulünde tercih, F-16 yerine burada kullanılabilirdi. Muhtemelen kabul görmez diye bu tercihin uygun görülmediği anlaşılmaktadır. Darısı başka bir fırsata.
Türkiye, Suriye’nin de menfaatine olan diyalog ortamının sağlanması için, onu ikna edebilecek inandırıcı argümanlarla çağrılarına devam etmelidir. Türkiye’nin, bölgedeki birçok toplumun ve Suriye yönetiminin de karşı olduğu, Suriye’nin kuzeydoğusunda yapılacağı söylenen illegal seçimlere karşı koymak için birlikte hareket etmeye yönelik bir iş birliği yapmasının sonuç verebileceğine inanılmaktadır. Bu iki ülkenin gerçekleştireceği güç ve işbirliğinin ilerideki aşamalar için de olumlu bir referans olacağı ve fırsat yaratacağı değerlendirilmelidir. Bu konuda iç siyasetten gelen çağrılara kulak verilmelidir.