Hangi muhafazakârlık?
Günümüzde küresel güç, bizzat karşımıza çıkmak yerine; bizden bazılarını bularak ve hazırlayarak karşımıza çıkardığına şahit oluyoruz. Aslında çatışmanın ve karmaşanın olmadığı, istikrar ve huzurun kurulduğu bir yerde küresel güç barınamamaktadır.
Irak’ta demokratikleşme uğruna ve bir diktatörden kurtulma yolunda binlerce insan ve sivil öldürülmüş, çeşitli katliamlar yapılmıştır. Ancak, Saddam’dan kurtulmak çözüm değilmiş. Aynı durum, bugün İran’daki gelişmeler için de geçerlidir. İran yönetiminin yanlışları, kültürel baskıları ortaya konulabilir. Ancak, İran’daki yönetimin yerini teslimiyetçi ve Batıcı bir iktidarın alması bu baskıları ve yanlışları ortadan kaldırmaz; belki daha da arttırır. İran’da büyük bir nüfus gücüne sahip Türkler daha hür olamayabilir.
Bosna-Hersek’de sadece barışı, ateşkesi sağlayan Dayton Antlaşması yapılmıştı. Orada belki silahlar sustu. Ama istikrar sağlanamadı ve birlikte yaşamanın şartları oluşturulmadığı gibi, tekrar eski çatışmaları hazırlayıcı bir ortam yaratıldı. Sırpların Büyük Sırbistan hayali, Hırvatların yine etnik mülahazalarla Hırvatistan’a yönelmeleri, Bağımsız Bosna Hersek Devletinin önündeki sorunlardır. Bağımlı bağımsızlık tanınan Bosna Hersek ve diğer örnekler, etniklik merkezli politikaların barış ve bütünleşmeyi sağlamadığını göstermektedir. Parçayı bütünden ayırıcı, ötekileştirici politikalar hiçbir yerde barış ve huzur getirmez. Etnik ölçekli siyaseti marifet sayan siyasi iktidarın bunlardan ders alması gerekir. Etnik fitnenin beyinlere sokulduğu, insanların buna göre davranmaya zorlandığı bir yerde demokrasi tehlikeye girer, birlik bütünlük sağlanamaz; çatışmaya davetiye çıkartılır.
Muhafazakârlık, bir milleti diğer milletten ayıran, fark ettiren özelliklerin ve değerlerin sistemli korunması ve korunarak geliştirilmesidir. Bu değerleri ve özellikleri canlı tutarak, kaynağı tahrip etmeden yenilikçi tavır takınmaktır. Muhafazakârlık, sürekliliğin zorunluluğuna inanarak, gelişerek devamlılıktır. Değişme karşısında ne peşin kabul; ne de peşin ret söz konusu olabilir. Aşırı özgürleştirilen ve tekleşen ferdin gelişmiş sanayi toplumlarında karşılaştığı sorunlar sosyal bağların güçlendirilmesini gerekli kılmaktadır. Yalnızlaşan, dini kutsallarından uzaklaştırılan ama özgürleşen fert, arayışlar içindedir.
Aslında muhafazakârlık, milliyetçilik karşıtı bir kavram değildir. Ama Türkiye’de muhafazakâr kesimin önemli bir bölümü milliyetçiliğe soğuk baktığından, bugün beklenmedik bir şekilde liberalleşip küresel güçlere hizmet eder hale sokulmuşlardır. Sağda ve solda liberalleşme eğilimleri tek merkezde, küreselci ve teslimiyetçi çizgide birleşmiştir. Bu da küresel gücün ve blokların bizi bizden daha iyi düşünecekleri şeklindeki yanılgı ve aldatmacadan kaynaklanmaktadır. Ferdi kendi toplumu, devleti ve geçmişi ile kavgalı hale getiren bu eğilim, geçmişten hesaplaşma ve rövanş alma içgüdüsüne de yardımcı olmaktadır.
Muhafazakârlaşma, ne şehre uyumsuzlukla övünme, ne kırsallaşma ve ne de köylüleşme değildir. Yine muhafazakârlaşma, dün ve bugün adına milletleşmeyi reddederek alt kimlik, cemaatleşme, aşırı hemşehricilik ve etnik taassuba dalmak da değildir. Ancak, bütün bu sapmalar muhafazakârlaşma adına bizde görülmektedir. Türk toplumundaki muhafazakârlaşma fikri derinliklerden yoksun, şekille özdeşleşmektedir. Çelişkilerle doludur. Kendi milli kültürel köklerinden koparılmış bir şekle bürünen bugünkü muhafazakârlık, meşru ve gayrimeşru menfaat sağlamada bir araç gibi kullanılmaktadır. Son model araba, markalı tüketim malları ve gösteriş tüketiminde zirve yapan bu anlayış, küreselleştirme ile milliliği reddeden yeni evrensel değerlere tutunmaya çalışmakta, kendi kendine ve geçmişine yabancılaşmaktadır.