Hukukun üstünlüğü olmayınca
Yaralı bir eş, kocasının katilleri cezalandırılsın diye çırpınıp duruyor. Neredeyse ziyaret etmediği parti, başını vurmadığı resmi makam kalmadı.
En son Sayın Cumhurbaşkanına gitmiş, katillerin cezalandırılması için ondan yardım istemişti.
Hiç düşündünüz mü, bir hanımefendi niçin suçluların ortaya çıkması için siyasetçilerden yardım istiyor?
Bu zaten yargının görevi değil mi?
Yargıya ait bir işin siyasetçilerle ne işi olabilir?
Bunun için siyasetçilerin kapılarını aşındırmak, o yargının ancak bu yolla görevini yapacağına inanmaktan kaynaklanıyor.
Çünkü, bu ülkede hukuk hiç bir zaman devlet piramidinin tepesinde olmadı. İktidarı ele geçiren, yargının hükümranlığını da ele geçirdiğini, onun kendisine tabi olması gerektiğini düşündü. Siyaset hep hukukun üstünde oldu. Yargıçlar vicdanları ile yürütme erki arasında kalarak, çoğu zaman adaleti siyasete feda etmek zorunda kaldılar.
Sinan Ateş dosyasında da öyle olmadı mı?
Aylarca iddianame hazırlanmadı. Hazırlandığında da son derece -ürkek- hazırlanmış bir iddianame olduğu ortaya çıktı. Asıl azmettiriciler tefrik edilerek sonraya bırakıldı. Olayda kullanılan araçların plakası bile anlaşılmaz bir şekilde gizlendi. Cinayetin asıl ve en mağduru acılı eşin ifadelerine doğru dürüst yer verilmedi. Oysa Sinan Ateş'i en çok tanıyan oydu. Korkularını, tahminlerini, beklentilerini konuştuğu en yakın kişiydi. Bir iddianamede ölenin en yakınının beyanları bulunmaz mı?
Sn. Ayşe Ateş'i kapı kapı gezdiren işte bu gerçeklerdir. Bazıları bu olay vasıtasıyla MHP ile Ülkü Ocaklarının yıpratılmaya çalışıldığını iddia ediyor. Öyle olanlar vardır. Ama MHP ve Ülkü Ocaklarını asıl yıpratan bu olayda adı geçenlerin hala bu kurumların şemsiyesi altında tutulmasıdır.
Sn. Bahçeli için bir fırsat doğmuştur: Eğer bu cinayeti onaylamıyorsa, eğer adaletin tecellisini istiyorsa, eğer MHP ve Ülkü Ocaklarının kurumsal kimliklerini düşünüyorsa, bu kimliklerin arkasına saklanarak her çirkinliği yapabileceğini sananları kapı dışarı etmeli, parti ve ocaklarda ciddi bir temizlik yapmalıdır. MHP'yi koruma adı altında saldırganları korumak yeni cinayetlere çanak tutmaktır. MHP'yi bu menfur cinayetin faillerinin ortaya çıkarılıp cezalandırılmasını isteyenler değil, onları şu veya bu gerekçeyle koruyanlar yıpratır. Zira saldırganlık neredeyse bir terfi aracı haline geldi. Selçuk Özdağ'a saldıran birini Bursa, Suat Başaran'a saldıran başka birini Adana Ocak başkanı yaparsanız kimse -savunmalarınızı- ciddiye almaz. İnsanlar bu terfi sistemini saldırganlığın ödüllendirilmesi olarak görür. MHP ve ÜO'yu savunmanın yolu saldırganlara yönelik eleştirileri bastırmak değil, tam aksine sonuna kadar gidilmesi için ön almaktır.
Sn. Ayşe Ateş'i adalet mücadelesine sürükleyen de budur! Eksik hazırlanmış bir iddianame, siyasete mahkum edilmiş yargı erki ve bir cinayet davasını bağlamından kopararak MHP veya ÜO'nun kurumsal kimliğine saldırı olarak yorumlayıp bastırmaya çalışan korumacı tavır onu eşinin davasının takipçisi olmaya mecbur etmiştir. Yargı bağımsız, hukuk siyasetin üstünde olsaydı, yargı bir güven odağı olacağından böyle kapı kapı dolaşmaya gerek kalmayacak yargının işi yargıya bırakılacaktı. Sinan Ateş cinayeti bir defa daha yargı bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğünün ne kadar önemli olduğunu göstermiştir. Savunmamız gereken budur!