İhanet adasında neler oluyor?
Silivri’de Lozan yırtılıyor, Ankara’da Sevr pazarlanıyor!
Diyarbakır’a “Amed” mi denilecek
ve Diyarbakır tırnak içinde mi yazılacak?
PKK ile Türkiye’nin parçalanma pazarlığının yapıldığı bugünleri anlamak için emperyalizmin şahı ve “Şark Sorunu” nun mimarı
İngiltere’nin mahremine girmek mecburiyetindeyiz.
Mesela, Çanakkale’de ağır bir Osmanlı tokadı yiyen Churchill İngiliz Dışişleri Bakanlığı’na gönderdiği bir mektupta bakın ne diyor:
“Nesillerden beri İngilizceye yerleşmiş olan sözcüklerin değiştirilmesine karşıyım. Şimdiye kadar kullandığımız sözcüğün özel bir anlamı yoksa, yerel kullanma biçimini benimseyebiliriz. Ancak İstanbul ve Ankara için bu söz konusu değil. ‘Constantinople’ sözcüğünün asla terk edilmemesi gerekir, ancak aptalların anlaması için ‘İstanbul’ tırnak içerisinde yazılabilir. Angora kedilerinden tanıdığımız Angora’nın da Ankara’ya dönüştürülmesine var gücümle karşı çıkacağım.”
Başbakan Erdoğan’ın AKP’si mi Öcalan’ı masaya oturmaya ikna etti yoksa PKK’nın arkasındakiler mi AKP’yi Öcalan’ı muhatap almaya icbar etti.
Ve bu sürecin sonunda Diyarbakır ilinin adı “Amed Eyaleti” mi olacak? Ardından da süreci doğru okuyamamış aptallar hiç olmazsa bu saatten sonra anlasınlar diye “Diyarbakır” tırnak içerisinde mi yazılacak?
Hafızalarımızı tazeleyelim lütfen!
PKK, sadece Hafız Esad Suriye’sinden yönetilirken bile Türkiye’ye çok pahalıya mal olmuştu.
“Komşularla sıfır sorun” diyerek yola çıkan Davutoğlu eliyle Türkiye’nin Irak ve Suriye sınırı PKK’nın yolgeçen hanı haline getirildi. AKP’nin parti kongrelerinde “Türkiye seninle gurur duyuyor” diye alkışladığı Irak’ın kuzeyindeki yeni oluşumun lideri Barzani, Kandil’deki PKK’yı koruyup kollamakla kalmıyor, Beşşar Esad’ın elini kolunu serbest bırakmak zorunda kaldığı Suriye PKK’sı PYD’yi silah, teçhizat ve askerî eğitim olarak da destekliyor. Onları disiplinli birlikler haline getirip savaşsınlar diye Türkiye-Suriye sınırına sevk ediyor.
Siz bu desteklere Avrupa’daki destekleri ve ABD’nin arka çıkmasını da ekleyiniz ve şu soruya cevap arayınız:
“- PKK şimdiki imkânlarının dörtte birine bile sahip değilken Öcalan’la masaya oturmayan iktidar şimdi ne oldu da masaya oturdu? Ve örgütüne verilen destek şimdikinin dörtte biri kadar bile yokken her masaya oturuşta ne isteyecekse önce kendisi için isteyen Öcalan şartlar bu kadar elverişli iken niye, ‘Kendim için bir şey istersem namerdim’ fotoğrafı veriyor?”
Yani AKP’nin “sıfır sorun” diye yola çıktığı politikaların vardığı yer, Öcalan’ın karşısına MİT eliyle Türkiye sandalyesinin konulması mı oldu?
Kolayca anlaşılacağı gibi bu soruların cevabı çok önemli.
Önemli çünkü şartlar, AKP’yi Öcalan’ı muhatap almaya icbar etmişse, altını Türkiye’nin imzalaması için konacak metni Ankara değil, Öcalan ve arkasındakiler yazmış olacak. Lâkin hal böyle olmasına rağmen kamuoyuna “PKK silah bırakacak, karşılığında Türkiye hiçbir şey yapmayacak” mesajı veriliyor.
İnsanın, helâl olsun, AKP hükümeti PKK’ya diz çöktürdü diyesi geliyor. Tabii, böyle bir şey yok.
Ve aslında süreçten kazançlı çıkan, şartlar hiç olmadığı kadar lehinde olduğu için, terör örgütünün ta kendisi.
Çünkü o, “Sizi öldürmekten vazgeçmem karşılığında Lozan’ı yırtın. Yeni bir anayasa yapın. Kurucu unsur Türk milleti değil, Kürt ve Türk milleti olsun” diyor yani ülkeyi ikiye bölüyor. AKP de bunu kabul etmiş görünüyor. Ve bu temel üzerine yerel yönetimlerin güçlendirilmesi adına PKK, özerklik yolunda adım adım ilerliyor. Anayasa’dan “Türklük” maddesi kalkıyor yerine “vatandaşlık” maddesi konuyor. Bunun adı Lozan’ı yırtmak, Sevr’i hortlatmaktır.
MİT’çi ve devletin Valisi Türkiye haritası değişecek diyorsa...
Sakalı ağarmış adamlar biz bu gerçeği söylediğimiz için bizi paranoyak olmakla suçluyor. Bugün de yarın da ahrette de ellerimiz bu gafillerin yakasında olacaktır. Tabii bizden önce şehitler o yakalardan tutacak, siz, bunca tecrübeden sonra bu Haçlı tuzağına nasıl düştünüz diyeceklerdir.
Evet, bu bir Haçlı plânıdır.
Tarih şuuru ile “Şark Sorunu” denen Haçlı kînine baktığımızda görüyoruz ki gösterinin sonunda sihirbaz İmralı’daki torbadan “Kardeşlik” yahut “Barış” değil “Kürdistan”ı çıkartıyor. Eğitim dili ayrı, dini de Mecusilik olan bir “Kürdistan”.
Bunun böyle olduğunu haritalar söylüyor, ABD’li yetkililer söylüyor, KCK söylüyor, BDP söylüyor. NATO söylüyor, İsrail söylüyor. AB söylüyor.
Onlar söylüyor tamam da benim anlamadığım, millet bir türlü inanmıyor. Millet onca karineye rağmen Erdoğan’ın, “Öcalan’a ev hapsi yok” demesine kilitlenmiş. Sanki Öcalan ev hapsine çıkmayınca Türkiye bölünmeyecekmiş gibi AKP’ye inancını sürdürüyor. Ve bu desteği “millî birlik ve bütünlüğü” için verdiğini sanıyor.
Elbette “Öcalan’a ev hapsi yok”. Çünkü bu gidişin Öcalan için varacağı nihaî nokta Türkiye Kürdistan’ının devlet başkanlığı.
Yani adam ev değil Köşk istiyor.
BDP Eş Başkanı Salahattin Demirtaş, “Şartlar eşitlensin” demedi mi? “Erdoğan’ı İmralı’ya gönderemeyeceğimize göre, Öcalan’a Erdoğan’ın şartlarını sağlayalım” demedi mi?
Bütün bunlar ikna etmedi ise Türkiye haritasının değişeceğini (ben değil) MİT elemanı söylüyor. Eski MİT Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş, “Çözüm harita bile değiştirir” dedi, yaprak bile kımıldamadı. Devletin Valisi de “Harita değişecek” diyenler arasında artık. Mardin, Batman, Şırnak ve Siirt’ten vali ve işadamlarının katılımıyla Kuzey Irak’a geçen Siirt Valisi Ahmet Aydın, “Bu bölge 82. vilayetimiz olacak” demedi mi? Ve bu bir ABD plânı değil mi? Daha ne desinler!
Komplo teorisi değil, gerçeğin ta kendisi
Lozan’ın yırtılıp Sevr’in masada olması bir komplo teorisi değil, gerçeğin ta kendisidir.
Ve tabii bu işin arkasında Avrupa ve ABD’si ile bütün Haçlı dünyası, Siyonizm âlemi ile Ermeni diyasporası vardır.
Cahit Kayra’nın “Sevr Dosyası” kitabının 125’inci sayfasındaki 1970 tarihli bir gazete kupüründe bakınız hangi haber var:
“Sevr Anlaşmasının 50. yıldönümü nedeniyle Paris’te, Centre Parisien de Congers Internationary Salonu’nda “Sevr’i Canlandırma Toplantısı” yapılmıştır. Toplantıda konuşan eski bakanlar, bilim adamları, gazeteciler Sevr’in ölü bir anlaşma olmadığını dile getirmişlerdir.
Sevr’e göre Lozan’la elde ettiğimiz bu topraklarda Pontus’undan Ermenistan’ına, Yunanistan’ından Kürdistan’ına kadar daha pek çok devletin alacağı vardır ve bize Ankara merkezlii birkaç İç Anadolu ile üç Orta ve Batı Karadeniz şehri kalmaktadır. Ege ve Akdeniz’e çıkışımız kapatılmıştır.
Belki konuyu biraz geriden aldığımız hissine kapılanlar olabilir amma bugün PKK ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti eşit şartlarda masaya oturmuş “Özerklik” görüşmesi yapıyorlarsa, işin kökleri ta buralara hatta, Birinci Cihan Savaşı sonrası ABD Kongresi’nde dile getirilen Wilson İlkeleri’ne kadar inmektedir.
Bu ilkelerin 12’nci maddesi doğrudan Türkiye ile ilgilidir ve şöyle demektedir:
“12. Osmanlı İmparatorluğunda (...) Türk egemenliği altında bulunan diğer uluslara da özerk bir gelişme için tam ve engelsiz bir fırsat sağlanmalı, Boğazlar, uluslararası garanti altında tüm devletlerin ticaret gemilerine açılmalıdır.”
Ve Türkiye’nin toprak bütünlüğünün uluslararası senedi olan Lozan, ABD Senatosu’nca imzalanmamış, yani ABD için Türkiye’nin güney ve batı sınırları netleşmemiştir. ABD’nin tanıdığı metin Sevr’dir ve ABD’nin tanıdığı Türkiye sınırları Sevr sınırlarıdır.
NATO’nun ihaneti!
Artık rüşvetin de bölücülüğün de ihanetin de belgesi var. Kimse durup dururken bölünme rüyaları görmüyor. Çünkü tarih bizi uyanık tutuyor. Asıl uyuyanlar tarih şuurundan nasipsizlerdir. Belgesi mi? İşte belgesi...
2005’li yıllarda Türkiye’yi sarsan şu bilgi, basında yer almıştı, inşallah unutulmamıştır...
Yıl 1961’dir... Yer: Washington, NATO Askeri Komite Karargâhı. NATO’nun yeni Kurmay Başkanı Fransız general, Karargâhtaki müttefik kuvvet temsilcileri olan proje subaylarını toplar ve önlerine ‘Kendisine tevdi edilen proje dosyalarını’ koyar. Türkiye’yi temsilen toplantıda bulunan Kurmay Albay Atıf Erçıkan da önüne konan NATO dosyasının, “Sovyetler Birliği’ne Karşı Uygulanacak Psikolojik Harp Harekâtı” başlıklı kapağını kaldırır. Lâkin daha dosyanın bir satırını bile okumadan biri Amerikalı diğeri İngiliz 2 NATO Albayı hışımla içeri girip Türk Albayın tepesine dikilirler.
“-Kurmay Başkanı elindeki dosyayı sana yanlışlıkla vermiş, derhal geri istiyor!”
Der ve dosyayı almak için uzanırlar. Türk Albay Atıf Erçıkan daha atik davranarak dosyayı çekmecesine atar ve kilitler. İngiliz ve Amerikalı Albaylar Türk Albayı ölümle tehdit eder. Uzatmayalım, bu dosyadan bir kelime sızdırırsan neticesi ölümün olur tehdidi savurup çaresiz giderler.
Peki o dosyada ne vardır?
O dosyada SSCB dağıldığında bağımsızlığını elde edecek 5 veya 6 Türk devleti ile Türkiye Cumhuriyeti birleşirse Hitler Almanya’sı veya Stalin Rusya’sından daha etkili bir kuvvet Batı’nın karşısına dikilecektir denilmekte ve şu öneride bulunulmaktadır:
“-Türkiye Cumhuriyeti ile Doğu Türklerini birleştirmemek için elden gelen yapılmalı, Türkiye ile bu devletler arasında tampon devletler kurulmalı. Türkiye’nin lider devlet olmasını engellemek için bütün tedbirler alınmalıdır.”
İşte PKK bu hedefin ürünüdür ve tampon devlet olarak Kürdistan adım adım yaklaşmaktadır.
Güle oynaya yürünen bu yolun sonunda Türk’e de Kürt’e de gözyaşından başka bir şey yok gibi. Çünkü proje ne Türk’ün, ne Kürt’ün projesi. Proje bir Haçlı projesi...
Bizzat üreticilerinden biri olan Condoleezza Rice’nin, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 30’a yakın halkı Müslüman olan devletin sınırlarını değiştirecek olan ‘Büyük Orta Doğu Projesi’ bu hedefin ürünüdür.
Ne yazık ki bugün PKK ile masaya oturan hükümetin başı Recep Tayyip Erdoğan, kendi ülkesinin sınırlarını değiştirecek olan Büyük Orta Doğu Projesi’nin Eş Başkanı’dır ve Eş Başkan olarak, “İnşallah Büyük Orta Doğu Projesi hayata geçer de Diyarbakır bu projenin yıldızı olur” demiştir, diyebilmiştir.
Erdoğan, Haçlıların dili ile konuşuyor
Evet, acı bir gerçek. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı, BOP Eş Başkanı olarak dünkü işgalcilerin dili ile konuşuyor.
İşte Sayın Erdoğan’ın Haçlı ağzı ile konuştuğunun belgesi...
14 Aralık 1922 Perşembe günü Uşi Şatosu’nda toplanan Lozan görüşmelerinin alt komisyonlarından birinin sekreterliğini Fransız Lagende yapıyor, Başkanlığı da İtalyan temsilci Montagna ifa ediyordu. Türk heyetini ise Dr. Rıza Nur, Mustafa Şeref Bey ve Şükrü Bey temsil etmekte idiler. Bu toplantıda Haçlı taraf Kürtleri azınlık göstermek için günlerce diretti, ısrar etti, heyeti tehdit etti.
Rıza Nur hatıratında o anları bakınız nasıl anlatıyor: “Frenkler ekalliyet(azınlık) diye üç nevi(tür) biliyorlar. Irkça ekalliyet, dilce ekalliyet, dince ekalliyet. Bu bizim için gayet vahim bir şey, büyük bir tehlike. Irk tabiri ile Çerkez, Abaza, Boşnak, Kürt, ilh.. yi, Rum ve Ermeni’nin yanına koyacaklar. Dil tabiri ile Müslüman olup başka dil konuşanları ekalliyet yapacaklar. Din tabiri ile halis Türk olan bazı Türkmen boylarını ekalliyet yapacaklar. Yâni bizi hallaç pamuğu gibi dağıtıp atacaklar. Bu taksimi işittiğim vakit tüylerim ürperdi. Kıllarım sanki birer kazık oldu. Bileklerimi sıvadım. Bütün kuvvetimi bu tabirleri kaldırmaya verdim. Pek uğraştım. Pek müşkilât ile fakat kaldırdım.”
Lozan’da Türk heyetinin tüylerini diken diken eden Haçlı taleplerini bugün Başbakan her gün dile getiriyor.
“-Benim Kürt’üm, benim Lazım, benim Boşnak’ım, Benim Çerkez’im, benim Abaza’m, benim Ermenim, benim Sünni’m, benim Alevi’m” diyerek Türkiye’yi 36 parçaya bölüyor...
Ve böyle diye diye işte arkasına bu Batı’yı, bu BOP’u almış olan PKK ile Türkiye’nin ‘Kuruluş Senedi’ olan ‘Lozan’ı kendi eli ve dili ile deliyor.
Lozan üzerine bina edilmiş Anayasa’yı Sevr istikametinde değiştirme hedefine kilitlenmiş bulunuyor.
Yine elin ağzı yine Başbakan’ın dili...
Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı Erdoğan “Kürt sorunu” diyor, “siyasi çözüm” diyor.
13.12.1995 tarihinde Avrupa Parlamentosu, “Türk hükûmetine, PKK’ya ve diğer Kürt örgütlerine, Kürt konusunda şiddete dayanmayan ve siyasî bir çözüm bulmaları için ellerinden gelen tüm çabayı göstermeleri için çağrıda bulunur” kararı alıyor.
Erdoğan bugün AB Parlamentosu ne dediyse onu diyor, onu yapıyor.
Yine...
19.09.1996 tarihinde Avrupa Parlamentosu, “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Türkiye’nin doğusunda kısa bir süre sürdürdüğü askerî operasyonlardan ve Kürdistan’daki anlaşmazlığa barışçıl bir çözüm bulma yollarını aramayı reddetmesinden büyük kaygı duymaktadır” kararı alıyor.
AB’ye göre PKK’nın hiç suçu yok?!
Türkiye Cumhuriyeti devleti, durup dururken gidiyor Kürtleri katlediyor...
İşte Erdoğan’ın dili başka bir şey söylüyor olsa da fiilen Avrupa Parlamentosu ne dediyse onu hayata geçiriyor.
Yine Avrupa Parlamentosu:
“Bay Öcalan’a verilen cezayı lânetler ve ölüm cezasının kesin muhalefetini tekrarlar. Türkiye’yi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Bay Öcalan için alacağı karara uymaya çağırır. Bay Öcalan’ın idamının Avrupa Güvenlik ve istikrarı açısından önemli etkilerinin olacağına ve Türkiye’nin Avrupa Birliği ile bütünleşme sürecine zarar vereceğine inanır(22.07.199)”
Ve...
“Kürt halkının siyasal, kültürel, sosyal haklarını tanıyan bir çözüm bulmalıdır. (22.07.2000)”
Demiyor mu?
Diyor...
Görüyorsunuz, Avrupa Parlamentosu değil sanki Erdoğan konuşuyor...
Hedef Kürdistan
ABD, İsrail ve Avrupa Birliği Lozan’ı değil Sevr’i istiyor.
Sevr için de Türkiye’nin büyük bir bölümünün de içinde olduğu haritaları NATO’dan İsrail’e, AB ülkelerinden ABD’ye kadar hemen her yerde arşivlerde ve duvarlarda asılı olan bir Kürdistan hedefleniyor.
Bu Kürdistan’ın kurulabilmesi için de büyük ve çok ayaklı bir operasyon hayata geçirilmiş bulunuyor:
* Dinlerarası Diyalog’la Müslüman İslâm’ın anti emperyalist cihat ruhu, Ilımlı İslam’a evrimleştiriliyor. Hıristiyan ve Musevilerin de cennete gideceği fikri Türk gençleri arasında sinsice yayılıyor.
* Her şeye rağmen Kürtlerin, Müslüman kardeşleri Türklerden kopmayacakları bilindiği için Zerdüştlük’le Kürtlerin ahretleri de cehenneme çevrilmek isteniyor.
* Toprakları satacak iktidar oluşturuluyor ve toprakları satın alınıyor. Fabrikalarına, tersanelerine dolarlarla sızılıyor.
* Ahlak çözülsün diye zina ve domuz eti serbest bırakılmış bulunuyor.
* Bütün komşularla kavgalı hale getirilerek bir yandan enerjisini kalkınmaya teksif etmesi önlenirken, diğer yandan bu düşmanlıkta Türkiye’nin yanındayız yalanı ile Patriotlar eşliğinde fiili işgal başlatılıyor.
*l Ordu ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk itibarsızlaştırılıyor, Lozan’ın zafer değil hezimet olduğu fikri alttan alta yayılıyor.
* ABD’ye karşı gelinemeyeceği fikri yaygınlaştırılıyor. Başbakan, Irak’ı kirleten ABD askerlerinin kayıpsız dönmeleri için dua ettiğini dile getiren makaleler yazıyor. Polis Akademisi Öğretim Görevlisi, “Allah ABD’ye zeval vermesin. Amin. Her vatanseverin, beş vakit oturup ABD için dua etmesi milli menfaatlerimiz icabıdır” diyebiliyor.
Çünkü dün, aslında bugündür!
Toynbee’nin, “Herhangi bir zamanda, herhangi bir ülkede, herhangi bir zihin tarafından yaratılmış en büyük tarih felsefesinin sahibi” diyerek ilim ve zekâsının ellerinden öptüğü İbn-i Haldun, “Dün bugüne, suyun suya benzemesinden daha çok benzer” dediği için biz İmralı’daki süreci mâziden
okumayı tercih ettik. Oysa hem mâzi hem bugün için söyleyecek daha çok şey, ortaya koyacak daha çok bilgi ve belge var.