Nasreddin Hoca aslında Ahi Evran’dı

Nasreddin Hoca aslında Ahi Evran’dı

Prof. Dr. Mikail Bayram yaptığı araştırmaya göre;
Nasreddin Hoca Anadolu Selçukluları zamanında yaşayan,
daha çok Türkmen esnaf ve sanatkârlar arasında meşhur olan
Ahilik teşkilatının kurucusu Ahi Evran(Evren) diye tanınan
Hâce Nasîrüddin Mahmûd el-Hûyî’dir.
Nasreddin Hoca’nın latifelerini bilimsel olarak inceleyenler,
onun vezir ve kadı olarak devlete hizmet ettiğini,
fıkhî ve kelamî konulara vakıf, melamî meşrep bir sufi
ve bilge olduğuna vurgu yaparlar.
Hoca felsefî meseleleri basite indirgeyerek topluma latifeler halinde sunuyordu.
Prof. Dr. Mikail Bayram Ahi Evren’in de
bütün bu özellikleri taşıdığına dikkat çekiyor.
Bu niteliklerden birincisi Nasreddin Hoca’nın filozof kişiliği.
Hoca ile ilgili fıkralar kişiliğinin bu yönünü ortaya koyar.
Ahi Evren Hâce Nasîrüddin de kendi döneminin en güçlü filozofuydu.
Felsefede İbn Sina ve Fahreddin-i Razî’nin takipçisi olan Ahi Evren,
Yezdan Şınaht, Letaif-i Hikmet, Letaif-i Giyasiyye adlı felsefî eserlere imza atmıştı.
Sadreddin Konevî ile birbirlerine yazdıkları mektuplardan
yüksek felsefî meseleleri tartıştıkları anlaşılmaktadır.
Hatta Ahi Evren’in bugüne kadar görmediğimiz
Tuhfetu’ş Şekur adlı eserinin de felsefeye dair olduğunu
Sadreddin Konevî’nin Ahi Evren’e yazdığı bir mektuptan öğreniyoruz.
Nasreddin Hoca ile Ahi Evren arasındaki benzerliklerden biri de hekimlikleridir.
Fıkraları incelersek Nasreddin Hoca’nın doktorluk yaptığı ve
bazı kişilerin ondan ilaç istediği görülür.
Ahi Evren’in çeşitli eserleri onun da doktor olduğunu gösteriyor.
İlmü’t-Teşrih adlı eseri anatomiyle ilgilidir.
Fıkralarını derleyenler Nasreddin Hoca’nın her ilimde mahir
her fende kâmil olduğunu belirtirler.
Bu özellikler Ahi Evren’in de önde gelen vasıflarındandı.
Ahi Evren’le Nasreddin Hoca arasındaki başka bir benzerlik isimleridir.
Bayram’ın verdiği bilgiye göre Ahi Evren’in lakabı eski kaynaklarda
‘Nasirüddin’, ‘Nasırüddin’ ve ‘Nasru’d-din’ biçimlerinde geçiyordu.
Ahmed Eflakî ve Sadreddin Konevî ondan ‘Nasr’ ve ‘Nasir’ şeklinde bahsederler.
Bunun Türk gırtlak yapısına en uygun söyleniş biçimi Bayram’a göre ‘Nasreddin’dir.
Bu nedenle Ahi Evren’in lakabı halk için kaleme alınan
Ahi Şecerenâmeleri, Ahi Fütüvvet-nâmeleri ve
Vakıfnâme’lerinde çoğunlukla ‘Ahi Nasrü’d-din’ şeklinde kaydedilmişti.
Sadreddin Konevî Ahi Evren’e yazdığı mektuplarda ondan
‘Hace Nasirü’d- din’ olarak bahsediyordu.
Bu isim halk arasında ‘Hoca Nasreddin’ olarak yaygınlaştı.
Ahi Evren’le Nasreddin Hoca’nın aynı kişi olduğunun bir başka kanıtı,
Nasreddin Hoca’nın latifelerinin Ahi Evren’in Letaif-i Hikmet ve
Letaif-i Giyasiyye’deki hikmetlerle benzerliğidir.
Hoca’nın nükteleri bu eserlerden alınmış olabilir.
Tabii ki fıkralarda halk tarafından yeniden şekillendirilmiş,
değiştirilmiş ekleme ve çıkarma yapılmış halleriyle yer alır.
Gelelim tarihi gelişmelere ve Ahi Evren ile Mevlana arasında yaşananlara;
Ahi Evran (Evren) Nasîrüddin Mahmûd
Azerbaycan’ın Hoy kasabasından doğmuştur.
Horasan ve Maveraünnehir’de eğitim almış,
Fahruddin Razi’nin talebesi olmuştur.
Bağdat’ta Fütüvvet Teşkilatı’na girmiştir.
Kayınpederi Şeyh Ehvadüddin Kimrani ile
Anadolu’ya gelerek Kayseri’ye yerleşmiş,
ilk Ahi teşkilatını burada kurmuştur.
1255’te I. Alaeddin Keykubad’ın isteği üzerine Konya’ya gitmiştir.
Günümüzde “tabak” dediğimiz “debbağ” yani dericilerin piri olan
Ahi Evren’in atölyesinin mahzeninde yılan beslediği ve
yılan derisinden kırbaç ve kemer ürettiği ifade edilmektedir.
Ahi Evren dağlara çıkıp yılan yakalamakta ustadır ve
yılanların zehrinden panzehir üretmektedir.
Tıp alanında Kitabü’l Efai (Yılanlar Kitabı) adlı eseri yazmıştır.
Yılanlar konusundaki ustalığı ona yılan ve ejder anlamına gelen
“Evren” denilmesine sebep olmuştur.
20 kadar eserinin olduğu bilinen Ahi Evren,
Hacı Bektaş-ı Veli ve Sadreddin Konevi’nin yakın dostu,
Eflaki’nin verdiği bilgiye göre Mevlana’nın ise baş düşmanıdır.
Nasreddin Hoca fıkralarında Ahi Evren’in hayatından izler bulunması,
Ahi Evren’in bir dönem Akşehir’de yaşamış olması,
Mevlana’nın Mesnevi’de onu Cuha (komik, güldüren kimse) diye
nitelendirip hicvetmesi bu görüşü kuvvetlendirmektedir.
Mevlana ile Ahi Evren mücadelesinin başlaması
II. Gıyaseddin Keyhüsrev döneminde başladı.
Mevlana ve çevresindekiler II. Gıyaseddin’e yakın bir siyasi çizgide iken,
Türkmenler ve Ahiler Sultan’a muhalif bir tutum içindeydiler.
Sultan Alaeddin Keykubad, Türkmen ve Ahi çevrelerin koruyucusuydu.
Sultan Alaeddin’e büyük bir bağlılıkları bulunan Ahiler
II. Gıyaseddin’in babası Alaeddin’i zehirleyerek tahta geçtiğini düşünüyorlardı.
Nitekim Ahi Evren II. Gıyaseddin Keyhüsrev döneminde
Babai Hareketi’ne dahil olduğu gerekçesiyle tutuklandı.
Bu sırada Baycu Noyan komutasındaki Moğollar Anadolu’ya girdi.
Moğol işgali başladı.
Keyhüsrev’in ölümünden sonra saltanat naibi olan
Celaleddin Karatay tutuklanan Ahi ve Türkmenler için af çıkardı.
Ahi Evren’de böylece serbest bırakıldıktan sonra Denizli’ye gitti.
Moğol hakimiyetini istemeyen II. İzzeddin Keykavus tahta geçince
Ahi Evren’i Denizli’den tekrar Konya’ya getirdi.
Vezir ve atabek yaptı.
Ahi ve Türkmenler Moğollara başkaldıran
Keykavus’un etrafında toplandılar.
Törenden sonra Şems, içlerinde Mevlana’nın oğlu
Alaüddin Çelebi’nin de bulunduğu yedi kişi tarafından öldürüldü.
Cesedi de Ahi Bedrüddin diye bilinen bir zatın bahçesindeki kuyuya atıldı.
Alaüddin Çelebi, Mevlana’nın oğlu olmasına rağmen
bir Ahi idi ve Ahi Evren’in tarafında yer alıyordu.
Mikail Bayram, Alaüddin Çelebi’nin Şems’i öldürenler arasında yer almasını
Sipahsalar’ı kaynak göstererek Kimya Hatun ile ilişkilendirmektedir.
Mevlana’nın Şems’e nikahladığı 15 yaşındaki cariye Kimya Hatun,
60-65 yaşlarındaki Şems’i istemiyordu.
O aslında Mevlana’nın oğlu Alaüddin Çelebi’yi seviyordu.
Alaüddin Çelebi’de ona aşıktı.
Mikail Bayram’ın Sipehsalar’dan naklettiğine göre
Alaüddin Çelebi’nin dergaha gelip gitmesini Şems istemiyordu ve
bir keresinde “Hey delikanlı, buradan geçersen ayağını kırarım” diyerek tehdit etmişti.
Eflaki’nin anlattığına göre ise Kimya Hatun zaman zaman Şems’ten uzaklaşıyor,
Mevlana Kimya Hatun’u aratıp bulduruyor ve Şems’in yanına getirtiyordu.
Kimya Hatun, yine bir gün Şems’ten izinsiz bir yerlere gidip
geri getirildikten üç gün sonra vefat etti.
Bunun üzerine Şems Konya’yı tek edip Şam’a gitti.
Mevlana’nın diğer oğlu Sultan Veled, Şam’a giderek Şems’i buldu.
Mevlana için tekrar Konya’ya getirdi.
İşte Şems, bu gelişinden bir yıl kadar sonra öldürüldü.
Sıkı bir Moğol taraftarı olan Şems’in,
Mevlana’nın kendi oğlunun da aralarında olduğu
Ahiler tarafından öldürülmesi ile Mevlana ile
Ahi Evren’in arasını iyice açılmış olmalıdır.
Nitekim Alaüddin, Çelebi Şems’i öldürenler arasında olduğu için
babasına asi olmuş, aile ocağından ve evlatlıktan atılmıştır.
Şems’in öldürülmesinin ardından Ahi Evren ve Alaüddin Çelebi Kırşehir’e yerleştiler.
Bu arada Moğol hakimiyetini istemeyen II. İzzettin Keykavus’un yerine
Moğol yanlısı hükümdar IV. Kılıçarslan tahta oturdu.
Alıncak Noyan’ın gözetiminde Taceddin Mutez gibi Moğol idarecileri göreve başladılar.
Bu durumu istemeyen Türkmen ve Ahiler
Anadolu’nun çeşitli yerlerinde ayaklandılar.
Kırşehir’de de Ahi Evren ve çevresindekiler
Moğol yanlısı bu iktidara karşı isyan başlattılar.
Mevlana oğlunu Kırşehir’den geri getirmek için girişimlerde bulundu.
Oğluna yazdığı şiirde Ahi Evren’e (yılana) uyup gittiği için şöyle sitem ediyordu:
“Ey sevgili hata ettin, bir başka sevgiliye koşulup gittin. (…)
Dedim sen bir balıksın, YILANLA NİYE ARKADAŞSIN?
Ey yanlış iş yapan yine yalana koşulup gittin.”

Mevlana oğlu Alaüddin Çelebi’ye Konya’ya dönmesi için üç mektup yazdı.
Bir mektuplardan birinde Kırşehir Emiri Seyfüddin Tuğrul’a
on kez ricada bulunduğunu söyler ve evinden ayrılmamasını söyleyip geri dönmesini ister.
Alaüddin Çelebi babasının bütün çabasına rağmen Kırşehir’den ayrılmamıştır.
Moğol yönetimi, Kırşehir’de Ahi ve Türkmen isyanının bastırılması için
Cacaoğlu Nureddin’i (Cacabey, Nureddin Caca) görevlendirir.
Cacaoğlu Nureddin, emrindeki orduyla Kırşehir üzerine yürür ve
ay tutulmasının olduğu bir gecede Kırşehir’deki Ahileri katleder.
Bu katliamdan Ahi Evren ve
Mevlana’nın oğlu Alaüddin Çelebi’de sağ çıkamamışlardır.
Aksarayî
bu katliamı şöyle anlatır:
“Kırşehir emirliği Nuruddin Caca’ya verildi.
Orduyla onun üzerine geldi.
Bir süre muhasara edildi.
Onu kaleden söküp attılar Hariciler ki ona uymuşlardı kamilen öldürüldüler.”

Burada "hariciler" diye tabir edilen Türkmenlerdir.
İsyancı denilen Türkmenlerin Nureddin Caca’yı bir süre şehre sokmadıkları,
şehir düşünce de öldürüldükleri anlaşılıyor.
Bunun üzerine ahiler uç bölgelerine, Türkmenler arasına göç ettiler.
Osman Gazi’nin şeyhi Ede-Bali’nin,
Kırşehir’den uca göçenler arasında bulunduğu bilinmekte.
Keza Orhan Gazi ile Bursa kuşatmasında hazır bulunan
Abdal Musa da Ahilerle beraber uca göçen dervişlerdendir.
Türkmen halkı için Türkçe ‘’Garibname’’ adlı eseri yazan
Aşık Paşa da Kırşehirlidir.
Mevlana Ahi Evren’in öldürülmesinden duyduğu memnuniyeti
dile getiren bir şiir bile yazmıştır.
Alaüddin Çelebi’nin cenazesi Konya’ya getirildiğinde
Mevlana oğlunun cenaze namazını kıldırmamıştır.
Mikail Bayram’a göre Mevlana’nın oğlunun cenaze namazını kıldırmayışının sebebi
“Moğol yönetimini meşru devlet, oğlunu da meşru devlete isyan eden” olarak görmesidir.
Mevlana’nın Hacı Bektaş-ı Veli ile de
iyi ilişkiler içinde olmadığı görülmektedir.
Mevlana’nın Moğollarla yakından kurduğu iletişim ona yakın duran herkesi etkilemiştir.
Onunla beraber hareket eden veya ona bağlılığını bildirenlere dokunulmamıştır.
Hulagu Han, Moğolların Anadolu’yu almasından sonra
Mevlana’yı Anadolu’nun “Şeyhü-Şuyuhi’r-Rum” olarak görevlendirmiştir.
Mevlana’ya (Rumi) veya Şeyh-i Rum (Pir-i Rum) denmesinin sebebi de budur.
Anadolu’daki bütün şeyhlerin ve Ahilerin O’na bağlanma mecburiyeti getirildi.
Ayrıca, Mevlana Mesnevi’ de ve “Divan-i kebir” de
Hace, Cuha, Ejder, Mar, Muhannes diyerek kendisine en muhalif gördüğü kişiyi
ağır bir biçimde tahkir ettiği görülmektedir.
Fakat o bu baş düşmanı ejder, mar (yılan), iblis,
muhannes (eşcinsel), hadım, ebter (züriyetsiz), kundeh, pelid (çirkef),
mar-gir (yılan avcısı), hırsız gibi kötü sıfatlarla
ve
tahkir edici sözlerle onu insafsız bir biçimde kötülemektedir.
Bütün bu sözlerle hep aynı kişiyi hedef aldığı açık olarak fark edilmektedir.
İşte o kişi Ahi Evren diye bilinen Hace Nasiru’d din’dir.
Mevlana zaman zaman bu muhalifini mesleği ile de anmaktadır.
Onu dabbağ (derici), Ahi, Yalancı, Danişmend (bilge) ve
Hace gibi meslek bildiren sözlerle anmakta ve hicvetmektedir.”
(Ahi Evren ve Mevlana Mücadelesi s. 110)
Prof. Dr. Halil İnalcık, ''''Osmanlı Tarihinde İslamiyet ve Devlet'''' adlı kitabında
Ahi Evren ve Mevlana ile ilgili önemli bilgilere yer vermişti.
İnalcık, bu kitabında şu ifadeleri kullanmıştır:
"Moğollarla işbirliği yapan ve Fars kültürüne tutkun
Selçuklu seçkin sınıfına hitap eden Celaleddin Rumi ile
halk adamı Türkmen merkezi Kırşehir Ahi Evren arasında düşmanlık vardı."

Gel gelelim Türk, Türklük Andolu’da yıllar yılı sürgün yemiş
Ötelenmiş, geri plana atılmıştır.

Yazarın Diğer Yazıları